9 Ağustos 2009 Pazar






























































































































































































2 Kasım 2008 Pazar

Kadı Burhaneddin / 14. Yüzyılda Bir Türk Dehası








14. yüzyılda yaşamış, adalete ve paylaşmaya inanan bir hükümdar olan Kadı Burhaneddin, aynı zamanda bir şair ve düşünürdü. Ömür boyu devlet karşısında insanların eşit olduğunu savundu, sınıf farkına karşı çıktı. Halkından aldığı büyük desteğe rağmen inançlarının bedelini hayatıyla ödedi. Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti On dördüncü yüzyılda, 1381-1398 yılları arasında, Kayseri ve Sivas bölgesine hâkim olan Türk beyliği. Burhâneddin Ahmed, 1345 yılında, Kayseri'de dünyaya geldi. Babası Kayseri Kadısı Şemseddin Mehmed olup, Oğuzlar'ın Salur boyuna mensuptur. Küçük yaşta tahsiline başlayan Burhâneddin Ahmed, Farsça, Arapça, mantık, fıkıh, usûl, ferâiz, hadis, tefsir, hey'et ve tıp ilimlerini öğrendi. Yirmi bir yaşındayken Kayseri kadılığına tâyin olundu (1364). Kadı Burhâneddin'in Kayseri kadılığı, Eretna Devleti'nin çöküş hâlinde bulunduğu zamana rastlar. Eretna Hükümdarı Ali Bey, zayıf iradeli ve kabiliyetsiz bir kimseydi. Devlet içerisinde anarşi ve emîrler arasında rekabet, bütün hızıyla devam ediyordu. Eretna Devletinin içinde bulunduğu bu krizi değerlendirmek isteyen Karamanoğulları, Kayseri'ye hücum ederek, zaptettiler. Ali Beyi, esir olmaktan Kadı Burhâneddin kurtardı. Ali Bey, bu yardımı üzerine, onu vezirlik makamına getirdi. 1380 yılında, Ali Beyin ölmesi ile yerine geçen yedi yaşındaki oğlu Mehmed Çelebi'ye nâip tayin edildi. Bölgenin kuvvetli emîrlerinden Amasya Emîri Hacı Şadgeldi Paşayı, Danişmendiye köyü önünde yaptığı muharebede bozguna uğrattı. Şadgeldi Paşa, yapılan muharebede öldü. Böylece, devlet için nüfuzunu pekiştiren Kadı Burhâneddin Ahmed, Eretna Hükümdarı Mehmed Çelebi'yi bertaraf ederek, saltanatını ilan etti (1381). Adına hutbe okutup para bastırarak, bundan böyle kendi adıyla anılacak devletini, tek başına idare etmeye başladı. Kadı Burhâneddin, on sekiz sene süren hükümdarlığında, Amasya Emirliği, Erzincan Emirliği, Candaroğulları Beyliği, Karamanoğulları Beyliği ve Tâceddinoğulları Beyliği ile mücadele ederek, bu beylikler üzerinde hâkimiyetini kabul ettirmeye muvaffak oldu. Memluk sultanına isyan eden Malatya Nâibi Mintaş'ın teklifi üzerine, adı geçen şehri almak istemesi, Kadı Burhâneddin ile Memlûk Sultanı Berkuk'un arasını açtı. Memlûklar'ın Halep Valisi Yılboğa, Sivas önlerine gelerek şehri muhasara etti. Fakat, Kadı Burhâneddin'in başarılı savunması karşısında, kırk günlük bir kuşatmadan sonra, 1388'de çekilmek mecburiyetinde kaldı. Sultan Berkuk ile Kadı Burhâneddin arasında dostluk, ancak, Timur Han'ın batı seferleri sebebiyle tekrar kuruldu. Kadı Burhâneddin'in, Akkoyunlular ile önceleri kötü olan münasebetleri de, 1388 senesinden sonra düzeldi. Daha sonraları Akkoyunlu Devletini kuracak olan Karayülük Osman Bey de, onun yanına rehin bırakılmıştı. 1389 senesinde Karakoyunlu Türkmenleri ile Erzincan Emîri Mutahharten karşısında yenilen Akkoyunlu Ahmed Bey, Kadı Burhâneddin'e sığınmak zorunda kaldı. Kadı Burhâneddin, 1389 Kosova Muhârebesi'ne kadar, Osmanlılar'la dostâne münasebetler içindeydi. Bu tarihten sonra, onun batıya yönelerek, Osmanlı nüfuz sahasını tehdide başlaması ve Tâceddinoğulları ve Candaroğulları gibi beyliklerin tahrikleri, iki devlet arasındaki dostluğun bozulmasına sebep oldu. Neticede, Kadı Burhâneddin'in kuvvetleri, Osmanlı öncülerini, 1392 yılında, Çorumlu sahrasında, ağır bir yenilgiye uğrattı. İki taraf arasındaki mücadele, Timur Hanın Anadolu'ya gelme ihtimali üzerine tekrar dostluğa döndü. Kadı Burhâneddin, Timur'un Anadolu'ya geleceğini haber aldığı zaman, Sivas'ı tahkim ederek savaşa hazırlandı. Fakat Timur Han, Anadolu'ya girmeden geri dönerek, 1394 yılında Altınordu Hanı Toktamış'la savaşa girdi. Akkoyunlular, 1395 Erzincan Seferi sırasında Kadı Burhâneddin'in yanında yer aldılar. 1396 senesinde, Karamanoğullarına tâbi olan Kayseri valisi Şeyh Müeyyed'i cezalandırmak için yapılan sefere, Karayülük Osman Bey de katılmıştı. Şeyh Müeyyed'e onun aracılığıyla aman verilmişse de, Kadı Burhâneddin, bir süre sonra Şeyh Müeyyed'i öldürdü. Bu yüzden bir müddet sonra Kadı Burhâneddin ile Karayülük Osman Beyin arası açıldı. 1398 yılında, Sivas önlerinde yapılan muharebede Karayülük Osman Bey, Kadı Burhâneddin'i mağlup ederek, öldürdü. Öldürüldüğünde 54 yaşında bulunan Kadı Burhâneddin'in kabri, Sivas'taki türbesindedir. Saltanatı boyunca savaştan savaşa koşmuş, bu sebeple kendisine Ebü'l-Feth lâkabı verilmiştir. Allah yolunda tehlikelere bizzat atılır, bu uğurda yorulmak nedir bilmez ve bu yolda varını yoğunu harcardı. Memleketin çeşitli yerlerinde faaliyet gösteren Moğol artıklarını ve fitne çıkarmak için uğraşan sapıkları ortadan kaldırmak ve ülke dışına sürmek için gayret etti. Kendisinden önceki âdil İslâm hükümdarları gibi, dost ve düşmanlarına merhametli davranırdı. Asker ve kumandanlarına nasihatlerinde, savaşa katılmayan ve savaşacak kudreti olmayan kadın, ihtiyar, çocuk ve din adamlarının mal ve can emniyetinin sağlanmasını emrederdi. Halkına adaletle muamele eder, suçu sabit olmayanı cezalandırmazdı. İlmi ve ilme düşkünlüğü çok fazlaydı. Savaş esnasında bile kitap yazar ve ilimle meşgul olurdu. Sa'deddîn Teftazânî hazretlerinin Telvih adlı eserine yazdığı Tercîh-i Tavzîh adlı usul-i fıkha dair hâşiyeyi, Kayseri valisi Müeyyed'in isyanını bastırmak için savaşırken yazmıştı. İstanbul'da Râgıb Paşa Kütüphanesinde, 831 numarada kayıtlı bir nüshası bulunan bu eserin bir nüshası da, Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi kısmı, 588 numaradadır. Kadı Burhâneddin Ahmed'in ölümü üzerine Sivas halkı, onun yerine, o sırada yaklaşık on dört yaşında ve Kayseri valisi olan oğlu Alâeddin'i getirdi . Karayülük Osman Bey, Sivas'ın kendisine teslimini istedi, fakat, şehir halkı tarafından yardıma çağrılan Moğol kuvvetleri karşısında çekilmeye mecbur kaldı. Timur Hanın Anadolu'ya gelme ihtimali üzerine, devleti idare edecek kuvvetli bir şahsiyet bulunamadığından, Sivaslılar, şehri Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid Hana teslim ettiler. Bayezid, oğlu Mehmed Çelebi'yi Sivas'a vali tayin etti. Alâeddin Ali Bey ise, eniştesi Dulkadiroğlu Nâsıreddin Mehmed Beyin yanına gönderildi. Daha sonra Osmanlı Devleti içerisinde hizmet gören Kadı Burhâneddin Devleti tahtının bu tek ve son vârisi, 1442 yılında öldü. Hayatı, savaş içinde geçmekle beraber, Kadı Burhâneddin, memlekette bir imar seferberliği de başlattı. Fethettiği şehirleri mescit, medrese, çeşme, zâviye, imâret, köprü vb. eserlerle süsledi. Turhal, Amasya, Tokat, Erzincan, Niksar ve Kırşehir hudut bölgelerinde yaptırdığı kaleler ile memleketinin güvenliğini ve yolların emniyetini sağladı. Ticareti ve ticaret erbabını himaye ederek, ülkedeki iktisadî hayatı daima canlı tuttu. Kayseri Şeyh Müeyyed Çeşmesi, Zile Medresesi, Turhal, Tokat ve Amasya kaleleri, bu devletten günümüze kadar gelen başlıca eserlerdir. ESERLERİ Azerî lehçesiyle yazdığı şiirlerinin toplandığı Dîvân'ı Türk Dil Kurumu tarafından bastırıldı (1944).


14. yüzyılda şair ve yazar sayısının arttığını din ve tasavvuf dışı şiirler ve eserler yazıldığını ve divanlar düzenlendiğini söylenir. Kadı Burhanüddin’in Divanı’nın British Museum’da bulunan tek yazma nüshasının Türk Dil Kurumu tarafından tıpkıbasımı yapılmıştır (1944). Muharrem Ergin tıpkıbasım hâlindeki Kadı Burhaneddin Divanı’nı yeni harflerle yayımlamıştır (1980).

13 Şubat 2008 Çarşamba














11 Eylül 2007 Salı

ESKİ SİVAS



*Sivas Mezopotamya ve Karadeniz arasında kervanların geçtiği bölgede olduğu için, Selçuklular döneminde tüccarların ziyaret ettiği bir merkez haline gelmiştir. 13.yüzyıla ait Gök Medrese, çifte minareli medrese ve mavi medreseleri çini sanatı açısından mutlaka görülmeye değer yerlerdir. Ulu Camii ise 1100 yılında inşaa edilmiştir. Ayrıca Sivas Türkiye'nin yüzölçümü açısından en büyük ikinci ilidir, başka bir özelliği ise Türkiye'nin köy adedi en çok olan ili olmasıdır. Sivas coğrafi açıdan kıraç, yeşili maalesef az, sert iklimli bir yerdir. Sivas'ın başlıca geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Ikliminin elverdiği ölçüde yetiştirilebilen ancak tahıl ürünleri, şeker pancarı, patates gibi ürünlerdir.Türk İstiklâl Savaşının temellerinin atıldığı, Selçuklu devrinin dev eserleriyle süslü, yüzölçümü bakımından Konya’dan sonra ikinci sırada yer alan bir ilimiz. Sivas ili topraklarının büyük kısmı İç Anadolu’nun yukarı Kızılırmak bölümünde diğer kısımları ise Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde olup, 35° 50’ ve 38° 14’ doğu boylamları ile 38° 32’ ve 40° 16’ kuzey enlemleri arasında yer alır. Kuzeyden Giresun, Ordu ve Tokat; doğudan Erzincan; güneyden Malatya, Kahramanmaraş, Kayseri; batıdan Yozgat illeriyle çevrilidir. Trafik numarası 58’dir.İlçeleri Yıldızeli, Şarkışla, Divriği, Suşehri, Kangal, Hafik, Koyulhisar, Akıncılar, Gölova, İmranlı, ZARA, Altınyayla, Doğanşar, Gemerek, Gürün, Ulaş,sminin Kökeni Şehrin ismi kentin antik dönemdeki adı olan Sebastia sözcüğünün evrimleşerek türkçeleşmesiyle bugünkü halini almıştır. Sebastia ismi de yunancada 'saygıdeger, yüce' anlamına gelir ki, Latince Augustus'un yunanca karşılığıdır. Bu da pontuslar tarafından kurulan kentin Roma İmparatoru Augustus onuruna onun ismiyle adlandırıldığına delalet eder.Halk arasindaki rivâyetlere göre ise Sivas kurulmadan önce ulu ağaçlar altında kaynayan üç pınar varmış. Bu pınar Tanrıya şükür, ana ve babaya minnet ve küçüklere şefkat duygularını ifâde edermiş. Bu üç pınara “Sipas Suyu” denirmiş. Zamanla mukaddes sayılan bu üç pınarın etrâfında küçük bir yerleşim merkezi kurulmuş ve “Sipas” ismi verilmiştir. Diğer bir rivâyete göre ise Sivas ismi eski kavimlerden“Sibasipler”den gelmektedir. Sivas ilk çağlarda Talavra, Megalapolis, Karana ve Diyapolis isimleriyle anılmıştır.Sivas ismi ile ilgili bir başka rivâyete göre ise, kentin adı Farsçada “üç değirmen” mânâsına gelen “Sebast” kelimesinden gelmektedir; Sebast ismi zamanla halk dilinde Sivas olarak yerleşmiştir.Tarihçe Sivas'ın bugünkü sınırları içerisinde yer alan Hafik Gölü, Pılır Höyüğü, Zara Tödürge Gölü kıyısındaki Tepecik Höyüğü ile Kangal İlçesi Çukurtarla ve Kavak Nahiyesi Höyük değirmeninde Prehistorik buluntular elde edilmiştir. Yıldızeli Argaz Höyük ve çevresinde Kalkolitik çağ (maden taş devri M.Ö.5000-3500) ile Tunç devri (M.Ö.3000-1500) buluntuları elde edilmiştir. Sivas'ın yazılı tarihi M.Ö.2000 yılı başlarında Hititlerle başlamakta olup, merkez Tatlıcak Köyü ile Uzuntepe köylerinde bulunan höyük ve Gürün Şuğul Vadisindeki Hititçe yazılar başlıca Hitit yerleşim alanlarıdır. Balkanlar üzerinden Anadolu'ya gelen Friglerin Hititleri ortadan kaldırmaları sonucu Sivas'ta Frig yerleşimi Hitit yerleşim alanlarının üst katlarında görülmektedir. Lidyalılar zamanındaki meşhur Kral Yolu da Sivas'tan geçmektedir. Anadolu'daki Pers egemenliğinden sonra kurulan şehir devletlerinin zamanla Roma İmparatorluğuna bağlandığı, önemli yol kavşağı üzerinde bulunan şimdiki şehir merkezinin iskan edildiği ve Sebasteia adını aldığı bilinmektedir. Bu ad, rivayete göre Pontus Kralı Polemonos'un karısı Pitodoris'ce verilmiş ve Roma İmparatoru Augustus'a ithaf edilmiştir. Roma İmparatorluğu hakimiyetine giren şehir, 395'te Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna ayrılan topraklar içerisinde kaldı.1059'da Anadolu'ya giren Türkmen güçleri ve 1064'te Alparslan'ın önünden kaçan Selçuklu şehzadesi Elbasan Sivas yöresinde kısa süre hakimiyet sağlamışsa da, bölgenin Türk egemenliğine girmesi 1071 Malazgirt Zaferinden sonra gerçekleşti. Kısa bir süre Selçuklu hakimiyetinde kalan Sivas'ta 1075'te Danişmend Beyliği kuruldu. Danişmend Beyliğinin taht kavgaları ile zayıf düşmesinden sonra Anadolu Selçuklularını yeniden birleştiren I.Mesud, 1152'de Sivas'ı ele geçirdi. Bizanslıların da karıştığı taht ve egemenlik kavgaları sırasında Anadolu Selçukluları ile Danişmendliler arasında sürekli el değiştiren Sivas, 1175'te II.Kılıçarslan tarafından kesin olarak Selçuklulara bağlandı. Daha sonra İzzeddin Keykavus Sivas'ı başkent yapmış, uzun müddet Sivas'ta kalarak günden güne genişleyen Sivas Şehri mamur edilmiş ve 1217 yılında Şifaiye Medresesini yaptırmıştır. İlim adamlarını Sivas'ta toplayarak şehri büyük bir ilim merkezi haline getirmiştir. İzzeddin Keykavus'un türbesi, yaptırdığı medrese içinde bulunmaktadır. 1220 Yılında İzzeddin Keykavus ölünce yerine I. Alaeddin Keykubat hükümdar oldu. Bu dönem Anadolu Selçuklularının en parlak dönemi oldu. Moğol istilasını dikkatle izleyen ve önlemler almaya çalışan sultan 1224'de Sivas'ı surlarla çevirerek korunaklı duruma getirdi. Yerine geçen II.Gıyasettin Keyhüsrev'in kötü yönetimi sırasında sıkıntı çeken halk, 1240 yıllarında ayaklanarak Sivas'ı yağmaladı. Selçuklu askerlerinin sivilleri sindirmek için seferber olduğunu gören Moğollar Anadolu'yu ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Gıyasettin Keyhüsrev'i 1243'te Kösedağı Savaşında yenilgiye uğratan Moğol güçleri, Sivas'ı işgal ettiler. Moğollara bağımlı duruma gelen Selçukluları, bir süre de Moğollar tarafından kurulan İlhanlı devleti ile idare etti. Sivas ili bu dönemlerde büyük bir gelişme göstererek önemli bir ticaret ve bilim kenti olmuştur. Anadolu'da yarım asır kadar devam eden İlhanlılar devrinde Vali Demirtaş Sivas'a yerleşmiş ve istiklalini ilan ederek Sivas'ta uzun yıllar saltanatını sürdürmüştür. Demirtaş'tan sonraki Sivas Valisi sırayla, Alaeddin Eratna oğlu Gıyasettin Mehmet, Alaeddin Ali ve oğlu Mehmet Bey'dir. Ali Bey'in ölümünden sonra yerine geçen yedi yaşındaki Mehmet Bey'i Kadı Burhaneddin saltanatından uzaklaştırarak Sivas'ta kendi adıyla anılan devletini kurmuştur. Sivas'ı onarmak için de birçok çabalar göstererek surların etrafında hendekler kazdırılmış, kaleleri tamir ettirilmiştir. Akkoyunlu aşireti reisi Kara Osman'la yaptığı muharebe sonunda katledilmiş yerine oğlu Alaeddin geçmiştir. Bu sırada Timurlenk Anadolu'ya akınları başlamıştır. Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıt Amasya'yı almış Sivas'a yaklaşmıştır. Güneyde Karamanlıların baskısına dayanamayan Alaeddin, şehri Osmanlılara teslim etmiştir. Bir davetle Sivas'ı teslim alan Yıldırım Beyazıt, şehri vali olarak tayin ettiği en büyük Şehzadesi Emir Süleyman'a vermiştir. Sivas Osmanlıların eline geçtikten bir yıl sonra 1400 yılında Timur'un istilasına uğramış, bir süre sonra tekrar Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Sivas Osmanlı İmparatorluğu döneminde eyalet merkezi haline getirilerek Amasya, Çorum, Tokat kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas'a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya çelebi Seyahatnamesi'nde belirtildiği gibi Sivas zamanının en önemli eyaletlerinden biridir (40 ilkokul, 1000 dükkan, 18 han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir). Sivas'a birçok vali atanmış, bunlar içinde belki de ismi hiç unutulmayacak olan Halil Rıfat Paşa'nın yaptırdığı yollar, köprüler, hanlar ve konaklar halen halkın hizmetindedir.



İLÇELER



Sivas ilinin ilçeleri; Akıncılar, Altınyayla, Divriği, Doğanşar, Geremek, Gölova, Gürün, Hafik, İmralı, Kangal, Koyulhisar, Suşehri, Şarkışlı, Ulaş, Yıldızeli ve Zara'dır.



Akıncılar : Sivas'a 210 km uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Hatipoğlu Camii, Bahattin Şeyh Türbesi, Yusuf Şeyh Türbesi, Doğantepe ve Erence köylerinde Bizans dönemine ait olduğu sanılan iki kaledir.



Altınyayla : Sivas'a 80 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Altınyayla Camiidir.



Divriği : Sivas'a karayolu ile 184 km, demiryoluyla 179 km uzaklıktadır. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (ilçe merkezindedir ve UNESCO'nun ''Dünya Mirası'' listesinde yer almaktadır), Divriği Kalesi ve Kale Camisi, Kesdoğan Kalesi, edit Paşa Camii, Sitte Melik Kümbeti, Nurettin Salih Kümbeti, Naip (Gazezler) Kümbeti, Sinaniye Hatun Türbesi, Ahi Yusuf Türbesi, Pamuk Han, Burma Han, Mirçinge Hanı, Dipli Han, Aşağı Kilise, Yukarı Kilise, Erşün Kilisesi, Odur Kilisesi, Handere Köprüsü, Hüseyin Gazi Türbesi, Seyit Baba Türbesi ve ahşap işçiliğinin çok güzel örnekleriyle süslenmiş çok sayıda konak görülmeye değer tarihi eserlerdir.



Doğanşar : Sivas'a 95 km. uzaklıktadır. Ulu Camii, Kale Camii, Uzunbelen Hubyar Türbesi bu ilçededir.



Gemerek : Sivas'ın batısında yer almaktadır. Sızır Kasabasında Göksu Çayı üzerinde bulunan Sızır Şelalesi doğal güzelliğe sahiptir. Önemli tarihi eserleri; Merkez Camii, İnkışla Cami, İnkışla Hamzalı Cami, Çepni Cami, Şahruh Köprüsü, Sızır Kasabasında Eskiköy ören yeri, Karacaören ve Dendeliz Ören yeri kalıntılarıdır.



Gölova : Sivas'a 198 km uzaklıktadır. Gölova baraj gölü çevresi ve yaylalarıyla doğal güzelliğe sahiptir. Çobanbaba Türbesi bulunmaktadır.



Gürün : Sivas'ın güneyinde yer alamaktadır.İlçe merkezinde Ulu Camii, Kilise, 50'ye yakın suni mağara, Şuğul Vadisinde de 3 mağara vardır. Kaletepe, Yılanlı, Taşlı, Höyüklüyurt, Davul, İncesu, Böğrüdelik höyükleri tarihi eser tescillidir.



Hafik : Sivas'a 37 km. uzaklıktadır. Hafik Gölü, Lota Gölü, yaylaları ve doğal güzelliği olan yerdir. Önemli tarihi eserleri; Hükümet Konağı, Tuzhisar Kilisesi'dir.



İmranlı : Sivas'a 106 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eseri; Gogi Baba Türbesi�dir.



Kangal : Sivas'ın 86 km. güney-doğusundadır. İlçeye 13 km. uzaklıkta, Kavak Köyü mevkiinde bulunan Balıklı Kaplıca sedef hastalığını tedavi edici özelliği ile sağlık turizmi açısından çok önemli bir yerdir. Alacahan kasabasındaki Alacahan Kervansarayı, Halil Rıfat Paşa Köprüsü, Tekke Köyündeki Samut Baba Kümbeti görülmeye tarihi eserlerdir. İlçede ayrıca Meydan Cami, Kuşçu Köyü Cami, Şeyh İbrahim El Aziz Cami, Demiryurt Cami, Acısu Köprüsü, Şeyh Merzuban Türbesi, Pir Gökçe (Pir Göcek) Türbesi, Demiryurt Mağaraları görülmeye değer yerlerdir. İlçe sınırları içinde Oyuklu Höyüğü, Lafçılar Ağılı Höyüğü, Kültepe ve Tepecik Höyükleri vardır.



Koyulhisar : Sivas'a 180 km. uzaklıktadır. Eğriçimen, Kengercik,Arpacık, Sarıçiçek yaylaları doğal güzelliği olan yerlerdir. Önemli tarihi eserleri; Aşağı Kale (Kale-i Zir), Yukarı Kale (Kale-i Bala), Fatih Camii, Hacı Murat Hanı�dır.



Suşehri : Sivas'a 144 km. uzaklıktadır.Önemli tarihi eserleri; Balhatun Camii (Balkıs Hatun), Köse Süleyman Türbesi�dir.



Şarkışla : Sivas'a 81 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Aşık Veyse Müzesi, Ulu Camii, Hardal Köyü Camii, Kale�dir.



Ulaş : Sivas'a 37 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Acıyurt Köyü Camii, Şeyhderdiyar (Şeyh Mehmet Dede) Türbesi�dir.



Yıldızeli : Sivas'a 45 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Şeyh Halil Türbesi, Akcakoca Köyü Türbesi, Banaz Köyü Türbesi, Kümbet Köyü Kalesi, Akçakale Kalesi�dir.



Zara : Sivas'a 72 km. uzaklıktadır. Tödürge Gölü doğal güzelliği olan yöredir. Önemli tarihi eserleri; Meydan Camii (Çarşı Camii), Kuşan Köyü Camii, Şeyh İbrahim El Aziz Camii, Demiryurt Camii, Acısu Köprüsü, Şeyh Merzuban Türbesi, Demiryurt Kaya Mağaraları�dır.



NASIL GİDİLİR?



Karayolu:



Otobüs Terminali: İl Merkezinde olup, minibüs ve Belediye otobüsleriyle ulaşımı sağlanmaktadır.



Otogar Tel : (+90-346) 226 15 90



Demiryolu : Tren İstasyonu il merkezinde olup, minibüs ve belediye otobüsleriyle ulaşımı sağlanmaktadır.

Anadolu'da yarım asır kadar devam eden İlhanlılar devrinde Vali Demirtaş Sivas'a yerleşmiş ve istiklalini ilan ederek Sivas'ta uzun yıllar saltanatını sürdürmüştür. Demirtaş'tan sonraki Sivas Valileri sırayla, Alaattin Ertana oğlu Gıyaseddin Mehmet, Alaattin Ali ve oğlu Mehmet Bey Sivas'ta saltanatı sürdürmüşlerdir.Ali Bey'in ölümünden sonra yerine geçen yedi yaşındaki Mehmet Bey'i Kadı Burhaneddin saltanatından uzaklaştırarak Sivas'ta kendi devletini kurmuştur. Bu arada Kadı Burhaneddin Sivas'ı onarmak için birçok çaba göstermiştir.Surların etrafında hendekler kazdırılmış, kaleleri tamir ettirmiş ama Akkoyunlu aşireti reisi Kara Osman'la yaptığı muharebe sonunda katledilmiş yerine oğlu Alaattin geçmiştir.Bu sırada Timurlenk Anadolu'ya akınlar yapmıştır. Yıldırım Beyazıt Amasya'yı almış Sivas'a yaklaşmış, güneyde Karamanlıların baskısına dayanamayan Alaattin, şehri Osmanlılara teslim etmiştir.Bir davetle Sivas'ı teslim alan Beyazıt, şehri en büyük şehzadesi Emir Süleyman'a vermiştir. Sivas Osmanlıların eline geçtikten bir yıl sonra 1400 yılında Timur'un istilasına uğramış, bir süre sonra tekrar Osmanlı hakimiyetine geçmiştir.Sivas Osmanlı İmparatorluğunda eyalet merkezi haline getirilerek Amasya, Çorum, Tokat kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas'a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde belirtildiği gibi Sivas zamanının en önemli eyaletlerinden biridir (40 ilkokul, 1000 dükkan, 18 han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir.Sivas'a birçok vali atanmış, bunlar içinde belki de ismi hiç unutulmayacak olan Halil Rıfat Paşanın yaptırdığı birçok yollar, köprüler, hanlar ve konaklar halen halkımızın hizmetindedir. Tarihin kaydedildiği zamandan beri önemli bir yerleşim merkezi olan Sivas, asırlar boyunca önemini korumuş ve özellikle Milli Mücadele yıllarında milli mücadeleye başlangıç olması ona tarihin en kıymetli değerini vermiştir.MİLLÎ MÜCADELEDE SİVAS Sivas Kongresi Niçin Toplandı? Kasım 1914'de girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıktık. Savaş sona erdiğinde milyonlarca kilometrekare toprağı ve yüzbinlerce insanımızı kaybetmiş olarak Anadolu topraklarına çekildik. Türkleri, Anadolu'dan da atma projesi devreye sokuldu. Mondros Ateşkesinin uygulamaya konulması sonucu Musul, İstanbul, Boğazlar, Doğu Trakya, İskenderun, Maraş, Urfa, Antep, Batum, Adana, Antalya, Kuşadası ..vd. Anlaşma( İtilaf) devletleri'nin işgaline uğradı. Anadolu içlerine ve kıyılarına askerî birlikler çıkardılar. Ermeni ve Rum azınlık, işgal ordularını çoşku ile karşıladıkları gibi ülkenin çeşitli yörelerinde taşkınlıklarını, katliamlarını sürdürdü. Paris Barış Konferansı kararı gereğince Yunanlıların İzmir'i işgali, bardağı taşıran son damla oldu. Henüz Balkan ve Birinci Dünya Savaşı yaralarını sarmadan Anadolu topraklarının da işgale uğraması, Türk halkını karamsarlığa düşürdü. İşgaller ve azınlıkların tutumu karşısında, ülke yöneticileri siyaset yoluyla sorunu aşacaklarını düşünürken, aydınlar arasında Amerikan, İngiliz, Fransız ‘manda' eğilimleri baş gösterdi. Manda düşüncesini savunanlara göre: “ Alman desteği altında Anlaşma devletlerine yenilen Osmanlı Devleti, bu güçlü devletlere karşı tek başına bir mücadele yürütemezdi ”. Mevcut durum karşısında ulusa olan güven duygusunu yitirenler: “ işgallere karşı direniş, yeni işgallere yol açar ” diye düşünüyorlardı. Ulusal tepki ve direnişler İstanbul basınında eleştirilmekte, İstanbul Hükümeti tarafından ise şiddetle uyarılmaktaydı. Atatürk, bu durum karşısında Türk ulusuna duyduğu güvenle: “ Memleketi bu müthiş badireden kurtarmak için yalnız bir kuvvetin temini lazımdır: milletin birliği ” diyerek, bağımsızlık yolunda ilk yöntemi açıklıyordu. Birliği sağlamanın yolu ise ulusal bir kongreden geçiyordu. Ulusun temsilcileri bir araya gelecek ve ülkenin içinde bulunduğu duruma bir çözüm getirecekti. Bu çözümün kararları Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919) alınacaktır. Sivas Kongresi Nerede Kararlaştırıldı? 9. Ordu Müfettişi olarak, asayişi düzeltmek göreviyle Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa Ali Fuat (Cebesoy), Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) ile Amasya'da buluştu. Amasya Genelgesi için Kazım Karabekir Paşa ve diğer ilgililerin onayı alındı. 21 / 22 Haziran 1919'da yayımlanan genelge, illerin askerî ve mülkî yöneticilerine telgrafla, İstanbul'daki bazı devlet adamları ve komutanlara ise özel mektup ekinde ulaştırıldı. Amasya Genelgesi “ Vatanın Bütünlüğü Milletin Bağımsızlığı Tehlikededir ” uyarısı ile başlıyor ve “ Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır ” çözüm önerisi ile sürüyordu. Sivas Kongresi kararı, genelgede şöyle belirtiliyordu: “ Milletin istiklâlini kurtarmak için, her türlü tesir ve baskıdan uzak bir millî heyetin kurulması gerekmektedir. Bunun için yazışmalar sonunda, Anadolu'nun en güvenilir yeri Sivas'ta Millî Kongre'nin toplanması kararlaştırılmıştır. Fırka (parti) anlaşmazlıkları gözetilmeden her sancaktan, halkın güvenini kazanmış üç murahhasın (delegenin ), mümkün olan çabuklukla yola çıkarılması gerekir. Her ihtimale karşı bunun bir ‘millî sır' olarak tutulması ve gereken yerlerde yolculuğun değişik adla ve kılıkla yapılması lâzımdır. Müdafaai Hukukı Millîye Cemiyetleri ve Belediye Başkanlıklarınca murahhasların seçilmesi ve yola çıkarılması hakkında, vatanseverlikle yardımcı olmanızı; ve onların adlarıyla yolculuk tarihlerinin telgrafla bildirilmesini istirham eylerim .” Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta ( 27 Haziran 1919) Erzurum Kongresi'ne katılmak üzere Erzurum'a gitmekte olan Mustafa Kemal Paşa, 27 Haziran 1919 günü Sivas'a geldi. Israrla İstanbul'a çağırıldığı, emirlerinin dinlenilmemesi için genelgeler yayımlandığı, tutuklama söylentilerinin dolaştığı bir sırada geldiği Sivas'ta halk ve askerler tarafından çoşkuyla karşılandı. O anı kendisi Nutuk'ta şöyle anlatır: “ Sivas şehrine girerken, caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askeri birlikler tören düzenini almış bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek askeri ve halkı selamladım... Bu manzara, Sivas'ın saygıdeğer halkının ve Sivas'ta bulunan kahraman subay ve askerlerimizin bana ne kadar bağlı ve sevgi ile dolu olduğunu gösteren canlı bir tanık idi.. ” 27 Haziran günü Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yöneticilerine şu direktifleri verdi: “ Halkın çoğunluğunu, özellikle okumuş ve genç unsurları amaç etrafında toplayınız. fiili direnişe hazırlanın. Olumsuz propaganda ve akımlara karşı önlemler alın. Kolordu Komutanı ve Kurmay Başkanı ile çok sıkı ve sürekli ilişki içinde bulununuz, onların şifresi ile önemli konular ve durumlar hakkında bilgi alış verişi yapın. Vali ile de iyi ilişkileri geliştirerek iki merkezin vilayete yapacağı duyurulardan bilgi sahibi olunuz. Sivas merkezinden Erzurum Kongresi için iki delege seçerek derhal yola çıkarınız ” Bu direktifler, Sivaslı vatanseverler üzerinde kıvılcım etkisi yaptı. Ulusal mücadele yolundaki çabalarını artırdılar. M. Kemal, 28 Haziran sabahı, Ramazan Bayramının birinci günü, erkenden Erzurum'a doğru yola çıktı. Sivaslılar Mustafa Kemal Paşayı Karşılıyor ( 2 Eylül 1919) Ermeni tehdidine karşı Doğu illerinin birliğini sağlamak amacıyla toplanan Erzurum Kongresi amacına ulaşmış, Kongreye başkanlık eden ve yönlendiren Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki arkadaşları ve üç Temsil Kurulu üyesiyle birlikte Sivas yolundadır. 2 Eylül günü Sivas, tarihinin en mutlu günlerinden birine uyanır. Sivas halkı, Erzincan yönüne doğru, erken saatlerde akın etmeye başlar. Atlı – yaya yola çıkanlar Kılavuz tepesinde toplanır. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını getiren otomobillerin Seyfebeli'nden görülmesi ile Sivaslıları büyük bir sevinç dalgası kaplar. Halkın büyük sevgi gösterisinden sonra güneş batarken hep birlikte şehre girilir. Karşılamaya çıkamayanlar caddenin iki yanını doldurmuş, alkış tufanı arasında Mustafa Kemal Paşayı selamlar. Sivaslılar, misafirleri için Mekteb-i Sultanî'yi (Kongre Binası-Lise) hazırlamışlardı. Akşam onurlarına yemek verilir. Dinlenmeye çekilirler. Sivas Kongresi'nde Sivas Delegesi Var mıydı? Sivas Vilayeti, ‘Altı Doğu İli”nden biri olması nedeniyle Erzurum Kongresi'nde temsil edildi. Erzurum Kongresi'ne katılan 13 delegeden ikisi Sivas Merkez Sancağı'nı temsilen Erzuruma gitti. Erzurum Kongresi sonunda dokuz kişilik Temsil Kurulu belirlendi. Sivas (merkez) delegeleri, Mustafa Kemal Paşanın bütün ısrarlarına rağmen Temsil Kurulu'nda görev almadı. Bunun üzerine, Sivas Vilayeti adına Temsil Kurulu'na Bekir Sami (Kunduk) ve Rauf (Orbay) Beyler seçildi. Erzurum Kongresi'ne katılan yaklaşık 56 delege, Sivas Kongresi'ne katılmak için memleketlerinden yetki almamışlardı. Ayrıca bu delegeleri Sivas Kongresi'ne getirmek pratik olarak da mümkün değildi. Bu durum karşısında, Temsil Kurulu üyelerinin, Doğu illerini ve Trabzon vilayetini temsilen Sivas Kongresi'ne katılması kararlaştırıldı. Bu nedenle, Sivas Kongresi'nde - Temsil Kurulu üyeleri dışında - Doğu illerinden ve Trabzon'dan delege yer almamıştır. Böylece, Bekir Sami (Kunduk) ve Rauf (Orbay) Bey, Sivas Vilayeti kontenjanından seçildikleri Temsil Kurulu Üyeliği ile hem doğu illerinin, hem de dolayısıyla Sivas'ın temsilcisi olarak Sivas Kongresi'nde yer almışlardır. Sivas Kongresi Delegeleri Delegenin Adı : Temsil Ettiği Yer: Mesleği: Mustafa Kemal (Atatürk) Temsil Kurulu Başkanı (Erzurum) Ordu Müf. İstifa Hüseyin Rauf (Orbay) Temsil Kurulu Üyesi (Sivas) Em. Deniz subayı Bekir Sami (Kunduk) Temsil Kurulu Üyesi (Sivas) Mülkiyeli - Vali Fevzi (Baysoy) Temsil Kurulu Üyesi (Erzincan) Din adamı -Şeyh Raif (Dinç) Temsil Kurulu Üyesi (Erzurum) Hukukçu- Yargıç Refet (Bele) Canik (Samsun)(TKÜ) Asker (Albay) Kara Vasıf Antep Emekli Albay İsmail Hami (Danişment) İstanbul Mülkiyeli- Tarihçi İsmail Fazıl (Cebesoy) İstanbul Emekli General Hikmet (Boran) Ask. Tıb. Öğr. Tem.(İst.) Tıbbiye Öğrencisi Ahmet Nuri Bursa İlmiye sınıfı Hocası Osman Nuri (Özpay) Bursa Hukukçu- Avukat Hüseyin (Bayraktar) Eskişehir Tüccar Hüsrev Sami (Kızıldoğan) Eskişehir Subay Halil İbrahim (Sipahi) Eskişehir Tüccar- Bld. Bşk. Mehmet Şükrü (Koçzade) A. Karahisar Hukukçu Salih Sıtkı (Kesrioğlu) A. Karahisar Mülkiyeli Bekir (Gümişioğlu)) A. Karahisar Öğretmen Abdurrahman Dursun (Yalvaç) Çorum Öğretmen Mehmet Tevfik (Ergun) Çorum Öğretmen İbrahim Süreyya (Yiğit) Alaşehir (Saruhan) Mutasarrıf Macit (Suner) Alaşehir (Manisa) Hakim (Yargıç) Mehmet Şükrü (Dalamanlı) Denizli Hukukçu Yusuf (Başağazade) Denizli Hukukçu - Zıraatçı Necip Ali (Küçüka) Denizli Hukukçu -Yargıç Hakkı Behiç (Bayiç) Denizli Mülkiyeli Sami Zeki Kastamonu Emekli Subay Nuri (Tatlızade) Kastamonu Tüccar Halit Hami (Mengi) Bor (Niğde) Tüccar- Beld. Bşk. Mustafa (Soylu) Niğde Öğretmen Yusuf Bahri (Tatlıoğlu) Yozgat Çiftçi Osman Remzi (Öğüt) Nevşehir Memur Mazhar Müfit (Kansu) Denizli (Hakkari) Valilikten istifa Hasan ? ? Süleyman (Boşanlı – Boşnak) Samsun(Canik) Çiftçi - Denizci Aşağıdaki isimler ise Sivas Kongresi'ne delege olarak seçilmişler, ancak kongre çalışmaları sona erdikten sonraki günlerde Sivas'a gelebilmişlerdir. Nuh Naci (Yazgan) Kayseri Tüccar Ahmet Hilmi (Kalaç) Kayseri Kaymakam Ömer Mümtaz (İmamzade) Kayseri Tüccar İhsan Hamit (Tigrel) Diyarbakır Eğitimci Bursa delegeleri gösterilen askerlikten istifa etmiş Necati (Kurtuluş) ve hukukçu Asaf (Doras)'a kongre tutanaklarında rastlanmadığı halde, bazı eserlerde isimleri geçmektedir. Sivaslılar Kongre için neler yaptı? Sivaslı Rasim (Başara) Bey, Müftü Abdürrauf Efendi, Emir (Marşan) Paşa ile 3.Kolordu Komutanı Selahattin(Çolak) ve M.Kemal Paşanın özel temsilcisi Ask.Dr. İbrahim (Tali) Bey, ‘lise' binasının Kongre için düzenlenmesiyle ve diğer hazırlıklarla ilgilendiler. Hayri (Sığırcı)Bey ve Şekercizade İsmail Efendi, evlerinden getirdikleri eşyalar ile Mustafa Kemal Paşa'nın kalacağı odayı ve Kongre salonunu döşediler. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum'dan gönderdiği haberle gelen delegelerin otellerde kalmasını yasaklayınca, Şekercizade İsmail Efendi çok sayıda delegeyi evinde uzun süre misafir etti. Rasim Bey ve Sivas Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin diğer yöneticileri, Hürriyet ve İtilaf Partisi Sivas örgütünün olumsuz propagandalarını boşa çıkararak, halkı millî mücadeleye ısındırdılar. Sivas Kongresi delegelerinin yemekleri ilk günlerde Sivas Belediyesi tarafından karşılandı. Belediye Başkanı Abdulhak Bey sadece yemekle değil, bütün sorunlarla yakından ilgilendi. Daha sonra masrafları kısmak amacıyla, yemekler Kongre binasının alt katındaki mutfakta çıkarıldı.Yemek giderleri belli ölçüde Sivas'ın varlıklı aileleri tarafından karşılandı. Şehrin ileri gelenleri ve yöneticileri sık sık kongre binasına giderek, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekileri ziyaret ettiler, gece sohbetlerine katıldılar. Böbreklerinden rahatsız olan Mustafa Kemal Paşaya sık sık kepenek suyu getirilerek iyileşmesine yardımcı olundu. Fransızların Güneyden, İngilizlerin Kuzeyden şehri işgal edeceği tehdit ve söylentilerine, Elazığ Valisi Ali Galip'in Kongreyi basarak dağıtma girişimlerine, İstanbul Hükümeti'nin baskılarına rağmen vatansever Sivas halkı Sivas Kongresine, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına tam bir ev sahipliği yapmıştır. 12 Eylül 1919 günü Kongre salonunda halka açık bir toplantı yapıldı. Davetli Sivaslılar tam kadro bu toplantıya katıldığı gibi, aynı gün Ulu Cami'de yapılan toplantıya Sivas halkı büyük bir ilgi ile katılarak, heyecanlı konuşmaları can kulağı ile dinlemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları ve Temsil Kurulu üyeleri 108 gün kaldıkları Sivas'ta huzur içinde çalışmalarını yürütmüşlerdir. Kongre sonrası Sivaslı vatansever kadınların yaptıkları çalışmalar her türlü övgünün üstündedir. Sivas Kongresi'nin Açılışı ve Başkanlık tartışması 4 Eylül 1919 Perşembe günü Sivas, tam bir bayram sevinci içindeydi. Sivas halkı, saatler öncesinden Mekteb-i Sultanî'nin önünde toplanmış, binaya giden yolları doldurmuştu. Açılış saati olan 14.00'e beş kala Mustafa Kemal Paşa odasından çıkıp toplantı salonuna girdi. Doğruca Başkanlık kürsüsüne çıktı. Çünkü bu toplantının düzenleyicisi ve davetçisiydi. Açış konuşmasına şu cümlelerle başladı: “ Muhterem Efendiler; Vatan ve milletin kurtuluşunu amaçlayan zorlayıcı sebepler, sizleri bunca sıkıntı ve engeller karşısında Sivas'ta topladı. Yiğitçe azminizi kutlar, sizlere hoş geldiniz demekle mutlu olduğumu arz ederim .... ” Kongrenin açılışından bir gün önce Bekir Sami (Kunduk) un evinde yapılan toplantıda Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığına getirilmemesi kararlaştırıldı. Açılış günü kongre salonuna girilirken Mustafa Kemal Paşanın “ Kimi Başkan yapalım? ” sorusuna Rauf Bey: “ Sen Başkan olmamalısın ” cevabını verdi. Kongre açıldıktan sonra söz alan İsmail Fazıl Paşa, işin içine kişisellik karışmaması, eşitlik ilkesine uyulmasının dışarıya karşı olumlu etki yapacağı gerekçesiyle, başkanlığın birer gün veya birer hafta devam etmek üzere sırayla yapılmasını ve üyelerin temsil ettikleri il veya sancağın adlarının baş harfleri esas alınarak alfabe sırasına göre yapılmasını teklif etti. Teklif Kongre tarafından kabul edilmedi. Gizli oyla yapılan seçim sonucunda üç olumsuz oya rağmen, Mustafa Kemal Paşa Kongre Başkanlığına getirildi. Mustafa Kemal Paşanın Kongre Başkanlığına itirazlarının sebebi, kongreden önce hazırladıkları manda isteklerini içeren raporlarını kolaylıkla kongreye kabul ettirmekti. Erzurum Kongresi Kararlarında Yapılan Değişiklikler 5 Eylül günü bayram kutlama mesajları gönderildi. 6 Eylül Kurban Bayramının ilk günü olduğu için kongre toplanmadı. Bayram günü Sivas Belediyesi'nden bir kurul, Kongre binasına gelerek kutlamada bulunduğundan, 7 Eylül günkü toplantıda ziyaretin iadesi için karar alındı. 7 Eylül günü kutlama telgrafları okundu, verilecek cevaplar belirlendi. Sonra gündemin önemli maddelerinden olan Erzurum Kongresi Tüzük ve Bildiri değişikliği ile ilgili görüşmelere geçildi. Mustafa Kemal Paşanın önceden hazırladığı değişiklik paketi Kongre Genel Kurulu tarafından kabul edildi: Cemiyetin (derneğin) adı “ Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ” iken “ Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ” oldu. “ Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) , bütün Doğu Anadolu'yu temsil eder ” yerine “ Heyet-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder ” denildi. “ Her türlü işgal ve müdahaleyi Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine bağlı sayacağımızdan, topyekûn (hep birlikte) savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir” cümlesi “Her türlü işgal ve müdahalenin özellikle Rumluk ve Ermenilik kurma gayesine yönelmiş faaliyetin reddi konularında topyekûn savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir ” şeklinde değiştirilmiştir. Bu iki cümle arasında anlam bakımından büyük fark vardır. Birincisinde Anlaşma devletlerine karşı düşmanca tavır alma ve direnmeden söz edilmiyor, ikincisinde bu konu açıklık kazanıyordu. Tüzüğün dördüncü maddesinde geçen “ Osmanlı Hükümeti'nin yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları (Doğu illerini) bırakmak ve ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa, alınacak idarî, siyasî, askerî önlemlerin belirlenmesi ”, – geçici bir yönetim kurma–ile ilgili olarak Sivas Kongresi “ buraları ” yerine , “ yurdumuzun herhangi bir parçasını bırakmak ve ilgilenmemek ” ifadesini kabul etmiştir. Bu değişikliklerle yerel bir kongre olan Erzurum Kongresi tüzük ve bildirisi, Ulusal bir kongre olan Sivas Kongresi tarafından genelleştirilerek vatanın tümünü kapsar bir hale getirilmiş oldu. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurulması ile bütün yerel cemiyetler bir çatı altında toplanarak, bu cemiyetin şubeleri konumuna getirilmiş oldular. Böylece Millî mücadele merkezi bir örgütlenmeye gidiyor; ulusal birlik ve ortak mücadele sağlanmış, dağınıklık giderilmiş oluyordu. Erzurum Kongresi kararıyla kurulmuş olan Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Temsil Kurulu, yerini 11 Eylül 1919 günü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Temsil Kuruluna bırakmış oluyordu. Sivas Kongresi'nde Manda Tartışmaları Paris Barış Konferansı'nda Anlaşma Devletleri temsilcileri dünyayı paylaşmaya kalktılar. Ancak çatışık istekler ortaya çıktı. Bazı milletleri tümden esaret altına alamayacaklarını düşünerek, işgal politikalarını örtmeye yarayan yeni bir sömürü yöntemi geliştirdiler ve adına ‘Manda Yönetimi' dediler. Paylaştırılacak yeni topraklar, doğrudan devletlerin eline verilmeyecek, uygun görülecek büyük bir devlet, Milletler Cemiyeti adına bir yörede vekaleten yönetimle görevlendirilecekti. Bu vekaleti alan devlet, sömüreceği ulusun bağımsızlığı hak etme süresini belirleyecekti. Türkiye dışında, Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş bütün devletler galip devletlerin mandası altına girdi ve uzun süre sömürüldü. Atatürk'ün önderliği altında girişilen ulusal Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştığı için ‘Tam Bağımsız' Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Manda altına girmekten başka çare düşünemeyen Osmanlı aydınları, tarihi ilişkileri dikkate alarak Amerikan mandası üzerine yoğunlaştılar. Amerika'ya mektuplar yazdılar. Mustafa Kemal Paşaya gönderdikleri mektup ve telgraflarla onu da etkilemeye çalıştılar. Erzurum'da bulunduğu sırada, Halide Edip (Adıvar) tarafından gönderilen ve Amerikan mandasının ekonomik ve medeni destekten ibaret olduğu sözleri ile dolu mektubu okuduğunda sinirlenen Mustafa Kemal Paşa, yanındakilere şöyle seslenir: “ Hayır paşalar hayır, hayır beyefendiler hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok.. Ya istiklal, ya ölüm var.. Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer, bunlar Anadolu'nun ve Türk milletinin gerçek duygularını bilseler, bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi kararlarının nasıl bir millî vicdan ürünü olduğunu takdir edebilseler, bu sakim (hastalıklı) fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve bozgunluk içinde realitelerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır. Kongre hissiyatını açıklıkla belirtmiştir. Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) kararını vermiştir. Millî irade şuur ve istikametini bulmuştur. Davamız yürümektedir ve yürüyecektir. Başarılı olmamak için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir olumsuz kararı tanımayacağız. Tek ve değişmez parola şudur: Tek tepe, tek kurşun kalıncaya kadar mücadele, yahut da: Ya İstiklal, Ya Ölüm! ” Erzurum'da, Sivas'a gelme hazırlıkları yapıldığı bir sırada kendisine sorulan: “ Paşam, Sivas'ta galiba manda meselesi bizi çok üzecek ve yoracak ” sorusuna heyecanla şu cevabı verir: “ Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar .” Kongre için Sivas'a erken gelen İstanbul delegeleri diğer delegeleri de etkileyerek, Amerikan mandasını isteyen bir muhtıra (rapor) hazırladılar. Bu rapor Sivas Kongresi gündemine alındı. 8 Eylül 1919 günü Kongre mandayı tartışmaya başladı. Özellikle İstanbul'dan gelen Kara Vasıf Bey, İsmail Fazıl(Cebesoy) Paşa, İsmail Hami (Danişment) Bey ve Refet (Bele) Bey, Kongre salonunu etkileyecek uzun konuşmalar yaparak, Amerikan mandasını savundular. Kara Vasıf Beyin konuşması sırasında delegelerden biri : “ İstanbul'dan mandayı mı bize hediye getirdiniz? ” diye bağırdı. Refet Beyin konuşmasının delegeler üzerinde o kadar etkili olmuştu ki, oylamaya geçilmesi durumunda manda kararı çıkacağından korkan Mustafa Kemal Paşa, toplantıya on dakika ara verir. Ahmet Nuri Bey (Bursa) ve Raif(Dinç) Efendi mandayı savunanları eleştirdiler. Bağımsızlıktan yana tavır koydular. Mandayı savunanları Bağımsızlığa karşı olmakla suçladılar. Bunun üzerine İsmail Fazıl Paşa “Yanlış anlaşıldığı için raporumuzu geri çekiyoruz. Hiç verilmemiş saydık” dedi. 8 Eylül gecesi evlerde ve Kongre binasında manda üzerine konuşmalar ve tartışmalar sürdü. Ertesi gün Kongre manda tartışmalarına devam etti. Rauf(Orbay) Beyin teklifi ile : “Amerika'da yıllardan beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz propagandaların doğurduğu yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için Amerika'dan bir kurul istenmesine ve inceleme sonucunda gerçeklerin gösterilmesi” kararına varıldı. Böylece hem manda istekleri gömüldü, hem de mandayı savunanlar küstürülmeyerek bu sorun çözüme kavuşturuldu. Manda konusundaki görüşmelerin sonucu Sivas Kongresi kararlarına şöyle yansıdı : “... Devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, altıncı maddede yazılı sınırlar içinde, milli ilkelere saygılı olan ve vatanımıza karşı saldırı ve yayılma amacı gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sanayi, ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız ....” Mustafa Kemal Paşa, mandayı savunanları karşısına almadan Sivas Kongresi'ni başarı ile yönetmiş ve mandanın reddedilerek, bağımsızlık kararının çıkmasını başarıyla sağlamıştır. Gösterdiği liderlik sabrıyla, Kongrenin birlik ve beraberlik içinde çalıştığını ve sonuçlandığını dost, düşman herkese göstermiştir. Manda İsteklerine karşı Bir Türk Gencinin Haykırışı Manda tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı 8 Eylül gününün gecesi Mustafa Kemal'in odası her zamankinden daha kalabalıktı. Özellikle Denizli delegeleri olan Necip Ali, Yusuf Beylerle, Şeyh Fevzi Efendi, Hikmet, Osman Nuri, Ahmet Nuri Beyler lise binasında delegelere ayrılan koğuşta kaldıklarından, onların da katılımıyla Paşanın odasında toplananların sayısı çoğalmıştı. Mustafa Kemal Paşa etrafındakilere hitaben: “ İstanbul'dakiler ve buradakiler nevmid (ümitsiz ) ve hasta insanlardır. Ecnebi işgal etkisi altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği teessürle ( keder – üzüntü ) ve marazi (hastalıklı ) bir haleti ruhiye ( ruh hali- psikoloji ) içinde hareket ediyorlar. Bunun başka türlü izahı yoktur.” “Bir milletin istiklâl hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha tabiî ne tasavvur edilebilir? Şerefsiz, istiklâlsiz, esir bir millet çocukları olarak yaşamak yerine, efendice ve kahramanca ölmek elbette ki şayanı tercihtir ( seçilmeye değerdir). Bunu anlayamamak ne garip mantıktır?” dedi. Delegeler de konuşuyor, manda aleyhinde söz ediyorlardı. Hikmet ismindeki Askeri Tıbbiye öğrencisi, Sivas Kongresi'nde öğrenci arkadaşlarının temsilcisi olarak bulunuyordu. Aralarında topladıkları para ile onu Sivas'a göndermişlerdi. Heyecanlı, atak bir vatanseverdi. Gece, Paşanın odasında Hikmet Bey de vardı. Gündüz yaşanan tartışmaların etkisiyle olsa gerek titriyordu. Sanki birdenbire ateş ve heyecan kesilmiş olarak, yüksek sesle: “- Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem.. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle red ve takbih ederiz (çirkin görürüz) . Farzı Muhal (var sayalım) , manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i ‘ vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı' olarak adlandırır ve tel'in (lanet okuma, protesto etme ) ederiz .”diye bağırdı


Bu gencin yürekten kopup gelen bu sözleri karşısında orada bulunanların gözleri yaşarmıştı. Mustafa Kemal Paşa da duygulanmıştı. Heyecanlı bir sesle:
“ Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin.” dedi , sonra Hikmet Beye dönerek:
“ Evlat, müsterih ol. ‘ rahat ol' . Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, ekalliyette ‘ azınlıkta' kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklâl, ya ölüm .”
Tıbbiyeli genç, hemen yerinden fırladı:
“ Var ol paşam ...” diyerek Mustafa Kemal'in elini öptü. Mustafa Kemal, kongreye aydın Türk gençliğinin ve tıbbiyenin temsilcisi olarak üniformasıyla katılan bu yiğit delikanlının alnından öptü:
“ Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” dedi.
Sivas Kongresini Engelleme Çalışmaları ve Ali Galip Olayı
Kongrenin İngiliz ve Fransızlar tarafından baskına uğrayarak Sivas'ı işgal edecekleri tehditleri boşa çıktı. Mustafa Kemal Paşa bu tehditlerin boş olduğunu henüz Sivas'a gelmeden Vali Reşit Paşaya bildirmişti.
Sivas Kongresine delege seçilenlerin Sivas'a gelişleri sırasında bin bir engelle karşılaştıkları, kılık değiştirdikleri bilinmektedir. İşgal altındaki yerlerden delege gelemeyişi nasıl bir baskı altında kalındığının en büyük işaretidir.
Bütün bunların yanında Ali Galip olayı ayrı bir tehdit oluşturmuştur: Elazığ Valiliğine özel görevle atanan Kurmay Albay Ali Galip, 27 Haziran günü Sivas'a gelecek olan Mustafa Kemal Paşayı tutuklatmak için Sivas Valisi Reşit Paşayı baskı altına almıştır. Ancak şehre gelen Mustafa Kemal Paşa tarafından, Kolordu binasında ayakta bekletilerek, ağır sözlerle karşı karşıya bırakılmıştır.
Sivas Kongresi devam ederken, İstanbul Hükümeti Ali Galip'e Sivas Valiliği ile Üçüncü Kolordu Komutanlığını önerir. Ali Galip, bu öneriye karşılık, askerlik kıdemine sekiz buçuk yıl eklenmesini, generalliğe terfi ettirilmesini ve bir miktar tazminat verilmesini ister. 3 Eylül 1919 günü Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa ve Dahiliye Nazırı Adil Beyin imzalarıyla şartlarının kabul edildiği kendisine bildirilir.
Bu yazışmalar milli mücadele istihbaratınca elde edilecek ve karşı harekete geçilecektir.
Ali Galip, ayrılıkçı bir takım gruplardan asker toplayarak Sivas Kongresi'ni basma hazırlıkları yaparken, çevredeki askeri birliklerin baskınına uğrayacaklarını öğrenince kaçar.
Bu gelişmeler karşısında durumu Padişaha iletmek isteyen Mustafa Kemal görüşmeye engel olunması üzerine İstanbul ile her türlü haberleşmeyi kestirir. 15 gün süre ile soğuk harp başlar. Sonuçta Damat Ferit Hükümeti istifa etmek zorunda kalır.
Yeni kabineyi kuran Ali Rıza Paşa ile süren görüşmeler sonunda “Amasya Görüşmeleri” gerçekleşir. Osmanlı Mebuslar Meclisinin açılışı sağlanır. Bu mecliste “Misak-ı Millî” ilan edilerek hem ulusal sınırlar çizilir hem de tam bağımsızlık kararı yasal ve yetkili bir organ tarafından kararlaştırılmış olur. Mebuslar Meclisi'nde alınan bu tarihi karara tepki olarak İstanbul işgal edilecek (16 Mart 1920) ve bazı Milletvekilleri tutuklanacaktır. Bu gelişmeler ise TBMM'nin açılmasına ortam hazırlayacaktır.
Sivas Kongresi, ulusal bir kongre olma özelliği ve Misak-ı Millî'ye alt yapı hazırlaması bakımından, TBMM'ye giden yolu açmış ve millet egemenliğine öncülük yapmıştır.
İrade-i Milliye Gazetesi
Sivas Kongresi toplanmadan önceki günlerde gelen delegeler, millî ülkü ve hareketlerin geniş ve sürekli bir biçimde yayımlanması için bir gazetenin çıkarılması gereği üzerinde durmuşlardı. İsmail Fazıl Paşanın önerisi ile çıkarılacak gazetenin adı İrade-i Milliye oldu.
11 Eylül Perşembe günkü oturumda basın konusu ele alındı ve haftada iki gün olmak üzere “İrade-i Milliye” adıyla bir gazetenin çıkarılmasına karar verildi. Gazete yönetiminin politik kuruluşla ilgisi bulunmayan birine verilmesi istendi. Bu kişiyi bulma görevi ise Rasim (Başara) Beye verildi. O da Sivas Lisesi'nin çalışkan öğrencilerinden biri olarak tanıdığı, yirmi iki yaşındaki Demircizade Selahattin'i (Ulusalerk) bu işe uygun gördü. Selahattin, görevi sevinçle kabul etti. Dilekçe ile Valiliğe başvurarak gazetenin çıkarma yetkisini aldı ve Sorumlu Müdürü oldu.
Gazete İl Basımevinde basıldı. İlk sayısı 14 Eylül günü çıkan gazetenin çıkış sebebi, yine bu sayıda “ Millî hareketin halka ve dünyaya duyurulması ” olarak belirtiliyordu.
İrade-i Milliye Gazetesinin özellikle ilk beş sayısındaki yazılar, bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Temsil Kurulu'nun Sivas'ta bulunduğu süre içinde 19 sayı yayımlandı.
İlk sayısının sürümü tahmin edilemedi. Bin adet basıldı. Aşırı talep üzerine baskı sayısı artırıldı. Gazete basıldığı günlerde geçmiş baskıları yirmi kuruş yerine, iki yüz kuruşa dahi arayanlar vardı. Özellikle İstanbul'dan büyük bir istek vardı.
İrade-i Milliye, Mustafa Kemal Paşa tarafından Temsil Kurulu adına yayın yapmak için kurdurulan ilk Millî Mücadele gazetesidir.
İngiliz ve Fransız Basınında Sivas Kongresi
The Times Gazetesi , 22 Eylül 1919 : “ Bir Anadolu Cumhuriyeti... asilerin başı: M. Kemal..., Sultanın değiştirilmesinin başlıca gayelerinden biri olduğu bazı mahfillerde ileri sürülmektedir .”
Ranin Gazetesi , 11 Ekim 1919 : “ M. Kemal Paşa Anadolu'da bir millî hareket meydana getirmeye çalışıyor. Bu çocukça bir hayaldir! Bütün cihanın kuvvetine karşı... harpten ezilmiş olan zavallı Anadolu'nun kuvveti ile... kafa tutmasının ne hükmü olabilir? Anadolu'da ne kalmıştır, ne var ki direniş oluşturabilsin? ”
.....
Le Temps Gazetesi , 10 Eylül 1919 : “ Sultanın hakimiyeti hâlâ İstanbul'da ise de ordusu başka yerde, Türk milliyetçilerinin gittikçe güçlendikleri Anadolu'dadır. Sivas'tan, kongreleri Sultana telgrafla bir kararlar listesi bildirdi. Birinci karar şimdiki hükümete güveni reddediyor; ikincisi ise hiçbir Türk toprağının elden çıkmamasını istiyor...
İster beğenin ister beğenmeyin bir Türk gücü yaşıyor. İster beğenin ister beğenmeyin bu güç kendi şuuruna vardı. ‘Hasta adam' ın gürbüz, hatta rahat durmaz çocukları var ve onun mirasını, hiç değilse bu mirastan hakları bulunan parçayı istiyorlar. Müttefikler ne düşünür acaba? ”
Lyon Republicain , 23 Eylül 1919 : “ Sivil ve asker Türk vatanseverleri, iktidarsızlıkla suçladıkları hükümetlerine karşı ve Türkiye'yi paylaşmak istemelerinden kuşkulandıkları bazı müttefiklere karşı tam bir ayaklanma halindedirler .”
Lyon Republicain , 20 Ekim 1919 : “ Milliyetçi hareket iki büyük avantajdan yararlanıyor: Bir yandan, iklimi çok sert, ulaşım olanakları kıt olan dağlık bölgenin doğal durumu; öte yandan, millî topraklarını savundukları bilincini taşıyan ve müttefiklerin çelişen çıkarlarına karşı tek vücut halinde birleşen şeflerinin su götürmez vatanseverliği.
Bütün güçlüklerine rağmen, Türkiye'nin bağımsızlığı politikası izlenmelidir ”
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, Dışişleri Bakanı Lort Kürzon'a gönderdiği raporunda Sivas Kongresi ile ilgili olarak şöyle yazmıştır: (17 Eylül 1919 )
“ Türk milliyetçileri, Türkiye'nin Türklerde kalmasını istiyorlar, yabancı himayesini red ediyorlar. Onlar imparatorluğun ölümünü değil, yeni bir hayat mukavelesini imza etmek azmindedirler .”
Sivas Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
Sivas Kongresi sonrası, Mustafa Kemal'in henüz Sivas'ta bulunduğu bir sırada Sivaslı vatansever kadınlar bir araya gelerek Anadolu Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla bir dernek kurdular.
28 Kasım günü Nümune Mektebinde yapılan bir toplantıdan sonra, valiliğe resmen başvuruda bulundular ve 9 Aralık 1919 tarihli valilik yazısıyla kuruluş onayını aldılar.
AKMVC'nin kuruluşu Mustafa Kemal Paşaya bildirildiğinde : “ Maksat vatanı müdafaadır. Bu teşebbüsün birinciliği şerefini kazandıkları için Sivaslı hanımefendileri tebrik ediyorum ” diyerek bu girişimden duyduğu mutluluğu dile getirmiştir.
Türk kadınının Milli mücadeleye büyük kararlılıkla katılışı gösteren en önemli olay, merkezi Sivas'ta olmak üzere kurulan bu dernektir.
AKMVC'nin Melek Reşit Hanımın Başkanlığı altında 800 üyesi vardı. O günkü illerin idari genişliğini dikkate alırsak, 14 merkezde şubelerinin olması bu kadın derneğinin önemini ortaya koymaktadır. Genel merkezi Sivas olan AKMVC'nin şubeleri: Kangal, Viranşehir, Kayseri, Eskişehir, Kastamonu, Erzincan, Amasya, Pınarhisar, Burdur, Konya, Yozgat, Bolu, Aydın, Niğde.
Savaş şartlarında kimsesiz kalmış olan kadın ve çocuklara maddi ve manevi destek veren bu vatan sever Sivaslı kadınlar, cephedeki askere kıyafet diktiler. Aralarında para toplayarak maddi destelerde bulundular. Yabancı devlet Başkanları ve eşlerine gönderdikleri yazılarla, işgaller karşısında kadın ve çocukların uğradığı zulümleri protesto ettiler. Ayrıca Padişaha, İstanbul Hükümetine, bazı kuruluşlara, yabancı devlet temsilcilerine, (Ulusal haberlere uygulanan sansüre göz yuman) Osmanlı basın kuruluşlarına protesto telgrafları çektiler.
Bütün faaliyetleri İrade-i Milliye ve Hakimiyeti Milliye gazetelerinde yer alan AKMVC, Milli Mücadele tarihimizde haklı ve onurlu bir yere sahip olmuştur.
Sivas Kongresi İle ;
* Bütün ulusal cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismi altında birleştirilerek bir merkezden yönetilmeye başlandı.
• Manda düşüncesi reddedilerek, ulusal bağımsızlık benimsendi.
• Ulus egemenliğinin ve bağımsızlık ruhunun sürekli kalplerde yaşayacağı ve Anadolu'nun her türlü direnişe hazır olduğu bütün dünyaya duyurulmuş oldu.
• Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin açılmasına zemin hazırladığı gibi, Misak-ı Millî kararlarına da öncülük etmiştir.
• Kongre ile Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve ulusal bağımsızlığının korunması istenmiş ve gerektiğinde işgal devletlerine karşı silahlı hareket öngörülmüştür.
• Mustafa Kemal Paşanın Başkanlığında seçilen Temsil Kurulu, yürütülecek siyasi mücadelenin yöneticiliğini üslenerek TBMM'nin açılışına kadar bu görevi yürütmüştür.
• Ulusal bir kongre olan Sivas Kongresi, TBMM iktidarına ve rejimine geçişin kurumu olmuştur.
• Sivas Kongresi, birleştirici, yapıcı ve Türk millî mücadelesini ve Kurtuluş Savaşını bina edici temel bir kongredir.
• Atatürk'ün deyişi ile “ Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi ”
• Kongrede alınan kararlar, usûl ve esas olarak demokratik ve millî bir devletin habercisidir. Kongre ile Türk milleti kendi kaderine el koymuş, vatanın bölünmez bütünlüğü ve tam bağımsızlık hedefiyle Kurtuluş Savaşı'nın esaslarını ortaya koymuştur.
• Yürekli bir şekilde alınan ve büyük bir azimle uygulanan bu kararlar sonucunda kesin bir zafer elde edilmiş ve demokratik, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir.
Sivas'ta Komutanlar Toplantısı
İstanbul Hükümetinin Mebuslar Meclisinin Anadolu toplanmasına razı olmadığı her halükarda İstanbul'da toplanacağı, Salih Paşa tarafından Sivas'a iletildi. Bu durum Karşısında Temsil Kurulu ile durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal, Sivas'ta bütün kolordu komutanlarının katılacağı bir toplantı yapılması kararını çıkarttı.
16 –24 Kasım 1919 günleri arasında Sivas'ta gerçekleştirilen toplantıya başta 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa ve 20 Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa olmak üzere davetli diğer kolordu komutanları – biri hariç – katıldı. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir Paşaya kendi kaldığı odayı vererek kendisi başka bir odaya geçecektir..
Komutanlar toplantısına Temsil Kurulu üyeleri de katıldı. Toplantı gündeminde üç konu ele alındı: Mebuslar Meclisinin toplanma yeri, Meclisin toplanmasından sonra Temsil Kurulu ve millî teşkilatın alacağı şekil ve çalışma yöntemi, Paris Barış Konferansının bizim için olumlu veya olumsuz bir karar vermesi halinde tutulacak yol.
Bu konu başlıkları ile ilgili olarak 29 Kasım günü şu kararlar alındı:
Sakıncalarına rağmen Meclisin İstanbul'da açılmasına karşı çıkılmayacak. Seçilen milletvekilleri İstanbul'a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne gibi şehirlerde toplanarak, kendilerine gerekli bilgiler verilecek. Güvenlik önlemleri alınacak. Mecliste güçlü bir grup kurulacak. Komutanlar millî teşkilatın yayılmasına ve güçlendirilmesine hız verecek. İstenen şartlar oluşuncaya kadar Temsil Kurulu görevine devam edecek. Askeri önlemlere kesintiye uğramaksızın devam edilecek. Paris Konferansı olumsuz karar verirse, milletin bu konudaki kararına göre hareket edilecektir.
Kolordu Komutanlarının bir davetle Sivas'ta toplanması, millî teşkilatın gücünü göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Kuvâ-yi Milliyeyi Amil, Millî İradeyi Hakim Kılmak Esastır
Milli Mücadele döneminde yaklaşık 28 kongre toplanmıştır. Bu kongreler içerisinde tek ulusal kongre Sivas Kongresi'dir. Sivas Kongresi Erzurum Kongresi'nde seçilen Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu üyeleri ve yeni seçilen diğer delegelerin katılımı ile toplanmıştır. Dolayısıyla bütün yurdu ve milleti temsil eden delegelerin katılımı ile kongre toplanmıştır.
Sivas Kongresi kararları arasında geçen “... Kuvâ-yı Milliyeyi Amil Millî İradeyi Hakim Kılmak Esastır ” (Millî güçleri etkili ve millî iradeyi egemen kılmak kesin ilkedir) ifadesi ile “millet egemenliği” Amasya Genelgesi ve Erzurum Kongresi'nden sonra ulusal bir kongre olan Sivas Kongresiyle hayata geçirilmiş oluyordu
Sivas Kongresi ve Temsil Kurulu milletten aldıkları temsil yetkisi ile bir hükümet gibi hareket ederek, yürütme görevini yerine getirmiştir.
Sivas Kongresi kararı ile kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, TBMM açıldıktan sonra da faaliyetine devam etmiş,siyasi bir grubun adı olmuş ve nihayet bu cemiyetin ismi değiştirilmek suretiyle yeni Türk devletinin ilk siyasi partisi olan “Halk Fırkası”nın kuruluşu sağlanmıştır.
Bu gelişmelerle Sivas Kongresi, TBMM iktidarına ve Cumhuriyet rejimine geçişin kurumu olmuştur.
“Cumhuriyetin Temelinin Sivas'ta atıldığı” ifadesinin tarihi kökleri de bu tarihi süreçten kaynaklanmaktadır.
Ulu Önder Atatürk, 13 Kasım 1937 günü Sivas'ı son defa ziyaret ettiklerinde, Kongre salonunu gezerken yanındakilere dönerek, Sivas Kongresi'nin önemini en güzel şekilde ifade eden şu veciz sözü söylemişti:
“ Burada Bir Milletin
Kurtuluşunu Hazırlayan
Kararlar Verildi”
*********
Sivas, 108 Gün Millî Mücadele Merkezi Olmuştur
Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Kurulu, 2 Eylül 1919 günü geldikleri Sivas'ta 108 gün kaldıktan sonra, 18 Aralık 1919 günü Ankara'ya hareket etmişlerdir.
Bu 108 gün boyunca Sivas Millî Mücadele merkezi olmuş, Sivaslılar bütün içtenlikleri ile bu kutlu konuklara ev sahipliği yapmış ve önemli bir çok tarihî olay bu süreçte yaşanmıştır.

2 Eylül 2007 Pazar

SİVAS





İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan Sivas, doğusunda Erzincan; güneyinde Malatya, Kahramanmaraş ve Kayseri; güneybatısında yine Kayseri; batısında Yozgat; kuzeyinde Tokat ve Ordu; kuzeydoğusunda da Giresun ile çevrilidir. İl topraklarının büyük bölümü Yukarı Kızılırmak, bir bölümü de Yeşilırmak ve Fırat havzalarında yer alır. İl toprakları oldukça yüksek dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Bu dağlar III.zamanda başlayan Alp kıvrımlaşması sırasında Kuzey ve Güney Anadolu dağ sistemleri de belirginleşmiştir. Kuzey Anadolu dağlarının güneye, Güney Anadolu dağlarının kuzeye açılan kolları il alanının büyük bölümünü kaplamaktadır. Kuzey Anadolu sistemine bağlı olan bu dağlar Kızılırmak vadisi ile Kelkit vadisi arasını doldurarak batı-doğu doğrultusunda uzanır. Toroslara bağlı dağlar ise Şarkışla’dan başlayıp ilin ortalarına doğru sokulur. Bu iki sıranın dışında kalan ve genellikle tek tek yükselen dağlar, ilin diğer yükseltileridir. Bu dağlar arasında vadiler, çukurlarda oluşan ovalar ve yüksek platolar bulunmaktadır.
***
Bu dağlık alanda Çoruk-Kelkit vadi oluğu ile ayrılan, doğudan batıya doğru Kızıldağ (3.015 m.), Köse Dağı (3.050 m.), Tekeli Dağı (2.621 m.) ve Yıldız Dağı (2.537 m.) iç dağ sıralarını oluştururlar. İlin doğu kesimini Çengelli Dağı (2.596 m.) ile Karasu-Aras Dağları’nın batı bölümünü oluşturan Yama Dağı, kuzey kesimini Giresun Dağlarının güneybatı uzantıların engebelendirir. Yama Dağı’nın bulunduğu kesimdeki dağlar aynı zamanda Divriği Dağları olarak da isimlendirilir. İlin orta kesiminde Tecer Dağları bulunmakta olup, Beydağ’ında 2.7.10 m.ye ulaşır.Bu dağların batısında İncebel, Karababa Dağları (2.235 m.) ve Akdağlar bululnmaktadır. İlin güney kesimini Hezanlı Dağı (2.283 m.) ile Göltepe’de 2.719 m.ye ulaşan Gövdeli Dağı engebelendirmektedir. Bunlar aynı zamanda Torosların uzantıları olup, ilin güney sınırını oluştururlar. İlin en yüksek noktası ise kuzeydoğudaki Kızıldağ’daki Peynirli Tepe’dir (3.025 m.). İl arazisi farklı jeolojik dönemlerde oluşmuştur. İl merkezinde Yıldızeli-Hafik arasında I.Jeolojik dönemden kalmış yaşlı kütleler yer alırken, Yıldızeli-Şarkışla arasında II.Jeolojik dönemde oluşmuş arazi ana çatıyı oluşturur. İldeki dağlar, III.Jeolojik devirde Alp orojenezi ile belirginleşmiştir. Gemerek-Şarkışla yöresindeki akarsu boylarında ise IV.Jeolojik dönemde oluşmuş birikintilere rastlanır. İl topraklarının kuzeyinde yer alan Kelkit Vadisi birinci dereceden deprem kuşağında yer alır. Zara-İmranlı çizgisinin kuzeyi ikinci ve üçüncü dereceden deprem kuşağında yer alır.








Sivas’ta platolar geniş bir yer tutmaktadır. Uzunyayla’nın il sınırları içerisinde kalan doğu kesimi akarsularla bölünmüş olup ilin en büyük platosudur. İlin bir başka önemli platosu da Sivas’ın kuzeyindeki Meraküm Platosudur. Sivas’ın coğrafi yapısında vadilerin önemi büyüktür. İl topraklarının yüksek kesimlerinden kaynaklanan akarsuların açtığı yarıklarda yer yer genişleyen alüvyonlu ovalar ve vadiler bulunmaktadır. Bunlardan Kızılırmak Vadisi Sivas’ın en önemli ve en uzun vadisi olup, İmranlı’nın doğusundan başlar ve dar bir oluk halinde uzanır. Zara’da biraz daha genişleyerek Merkez ilçenin içerisine girer. Kızılırmak Vadisini burada Fadlım ve Tecer ile Yıldızeli Çayı Vadisi de eklenir. İlin diğer önemli vadilerinden olan Çatlısuyu Vadisi Kangal Çayı Vadisi ismi ile, Tecer Dağları’nın güneybatı yamaçlarından başlar ve Yama Dağı’nın batısındaki Kalkım Çayı Vadisi ile Çetinkaya yakınlarında birleşir. Bundan sonra doğuya doğru yönelen vadi Tatlı Çayı Vadisi ismi altında dar bir yarık biçiminde Divriği’ye kadar uzanır. Bu vadilerin dışında il topraklarında, Kulmaç Dağı’nın güney yamaçlarından başlayarak Malatya’ya kadar uzanan Tohma Vadisi, Giresun Dağlarının güney yamaçlarından başlayan Canik, Giresun, Otlukbeli ve Kösedağları arasında uzanan Kelkit Vadisi bulunmaktadır.












İl topraklarında akarsuların vadilerde açtığı oluklarda ve taşıdıkları alüvyonlar geniş ovaları oluşturmuştur. Bunların başında Gemerek Ovası, Yıldızeli (Bedehdun) Ovası ve Suşehri Ovası gelmektedir. İl topraklarını Kızılırmak, Kelkit Çayı, Tozanlı Çayı, Çaltı Çayı, Melet Çayı ve Tohma Çayı sulamaktadır. Sivas’ın jeolojik yapısında kıvrılma ve yükselmeler sonucunda çöküntü alanlarında bazı göller oluşmuştur. Bunlardan Karagöl, Hafik Gölü, Lota Gölü ve Tödürge Gölü doğal göllerdir. Ayrıca sulama amaçlı olarak Gölova, Yapıaltın ve Maksutlu Barajlarının Baraj Gölleri bulunmaktadır. İlin kuzeydoğusundaki Kılıçkaya Baraj gölünün bir bölümü de il sınırları içerisindedir.















Sivas, İç Anadolu iklimi olan Karasal iklimin etkisinde kalmakla birlikte, kuzeyde Karadeniz, doğuda Doğu Anadolu yüksek bölge ikliminin etkileri görülmektedir. Yazları çok sıcak ve kurak olup, kış ayları ise soğuk ve kar yağışlıdır. Sivas İlinin bitki örtüsü genellikle ilkbaharda yeşeren ve yazın kuruyan geven, sığırkuyruğu, kekik ve katırtırnağı gibi bozkır bitkilerinden oluşur. Yalnızca Yeşilırmak Havzası’na giren ve Karadeniz ikliminden etkilenen Suşehri ile Koyulhisar yöreleri bitki örtüsü açısından zengin olup, iğne yapraklı ağaçlardan oluşan zengin ormanlarla kaplıdır. Bu orman örtüsünü sürekli yeşil kalan çok çeşitli ve zengin ağaçlar ile otsu bitkiler tamamlamaktadır. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, dağ ve kış turizmi, avcılık ile sanayie dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünler, buğday, arpa, şeker pancarı, fiğ, patates, çavdar, soğan, domates ve elmadır. Az miktarda baklagiller ve sebze yetiştirilir. Hayvancılıkta büyük ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapılır. Eski bir atçılık merkezi olan Uzunyayla’da boğa deposu vardır. Tavukçuluk ve arıcılık da önem taşımaktadır.










1968’de kalkınmada öncelikli iller kapsamında olan Sivas’ta et kombinası, süt ürünleri, yem, dokuma, çimento, döküm, metal eşya, çivi, amyant, yedek parça, tuğla ve kiremit fabrikaları vardır. Ayrıca Türkiye Demiryolları Makineleri Sanayii Tesisleri, Beton Travers Fabrikası ve küçük sanayii kuruluşları bulunmaktadır. Bunlar daha çok el sanatları ve halı-kilim, düz dokumacılığa yöneliktir. İlde kuyumculuk, gümüş işlemeciliği ve halıcılık halkın ekonomik gelir kaynaklarındandır.

Yer altı kaynakları bakımından oldukça zengindir Merkez ilçede kireç taşı ve tuğla-kiremit hammaddesi, Divriği’de demir ve linyit, Gemerek’te mermer, Gürün’de demir, Hafik’te asbest, İmranlı’da gümüş, kurşun-çinko ve manganez, Kangal’da demir ve linyit, Koyulhisar’da bakır-kurşun-çinko ve kireç taşı, Suşehri’nde magnezit, Yıldızeli’nde flüorit, kireç taşı, mermer ve tuğla-kiremit hammaddesi, Zara’da magnezit ve talk içeren maden yatakları bulunmaktadır. Ayrıca ilin çeşitli yörelerinde de jips yatakları vardır.
















Maden suyu kaynakları bakımından da zengin olan ilde, Yılanlı Çermik olarak bilinen Balıklı Çermik ile Sıcak Çermik ve Soğuk Çermik bunların başında gelmektedir. Sivas ve çevresinde yapılan kazı ve araştırmalarda ele geçen buluntular yörede ilk yerleşimin Neolitik Çağda (MÖ. 10.000-5.500) başladığını göstermektedir. Hafik Gölü, Pılır Höyüğü, Zara Tödürge Gölü kıyısındaki Tepecik Höyüğü ile Kangal ilçesi Çukurtarla ve Kavak Nahiyesi Höyük değirmeninde Neolitik Çağa ait Prehistorik buluntular ele geçmiştir. Ayrıca Yıldızeli Argaz Höyük ve çevresinde Kalkolitik Çağ (M.Ö.5000-3500) ile Tunç Çağı (M.Ö.3000-1500) buluntuları ile karşılaşılmıştır. MÖ.3000’lerde Hattilerin Yurdu olarak isimlendirilen Sivas çevresine MÖ.2000’de Hititlerin yerleştiğini arkeolojik araştırmalar ortaya koymuştur. Tatlıcak Köyü ile Uzuntepe köylerinde bulunan höyükler ve Gürün Şuğul Vadisindeki Hitit yazıtları yöredeki Hitit yerleşimini kanıtlamaktadır. Buradaki höyüklerde Hititlerin üzerinde Frig izlerine rastlanmış oluşu, Balkanlardan Anadolu’ya gelen Friglerin, Hitit yerleşim alanlarının üzerlerinde yaşadıklarını göstermektedir. Geç Hitit Devletleri döneminde Sivas’ın güney kesimi Hitit yazıtlarından öğrenildiğine göre Tilgarimmu ismi ile anılıyordu. Yöre MÖ.VII.yüzyılda Kimmer ve İskit akınlarına uğramış, MÖ.VI.yüzyılın başlarında Medler ve Persler yöreye egemen olmuşlardır.



























Lydialılar döneminde Kral Yolunun Sivas’tan geçişi, yörenin önemini daha da arttırmıştır. Bugünkü il merkezinin bulunduğu yerde o dönemde Sebasteia isimli bir kentin olduğu bilinmektedir. MÖ.IV.yüzyılın ikinci yarısında Persleri ortadan kaldıran Makedonya Krallığı bir süre yöreye hakim olmuş, İskender’in ölümünden sonra Kapadokia Krallığına bağlanmıştır. Uzun bir süre Pontus ve Ermeni Krallıklarının yönetiminde kalan yöre, MS.17’de bütün Kapadokia ile birlikte Roma egemenliği altına girmiştir. Bu dönemde kısa sürelerle Partların ve Sasanilerin eline geçmiş, Bizans döneminde ise Armeniakon Themasının sınırları içerisinde kalmıştır. XI.yüzyılda ise Bizans’ın Sebasteia Themasına bağlanmıştır. Malazgirt Savaşı’ndan önce Selçuklular yöreye akınlar düzenlemiş ve bazı Türkmen grupları da buraya yerleşmişlerdir. Bu arada Selçuklulardan Elbasan kısa süre yörede hakimiyet kurmuştur. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Türkmen boylarının yöreye yerleşimi hız kazanmıştır. Kısa bir süre Selçuklu egemenliği altında kalan Sivas’ta Danişmendli Beyliği kurulmuştur (1075). Danişmend Beyliğinin taht kavgaları ile zayıf düşmesinden sonra Anadolu Selçuklularını yeniden birleştiren I.Mesud, 1152’de Sivas’ı ele geçirmiştir. Bundan sonra 1175’te II.Kılıçarslan tarafından kesin olarak Selçukluların hakimiyetine girmiştir. Ardından İzzeddin Keykavus Sivas’ı başkent yapmış, uzun süre Sivas’ta kalarak Sivas’ imar etmiş ve geliştirerek büyük bir ilim merkezi haline getirmiştir. İzzettin Keykavus’un türbesi, medresesi o dönemden günümüze gelebilen yapılar arasındadır.







İzzeddin Keykavus’un ölümünden (1220) sonra yerine geçen Alaeddin Keykubat zamanında Anadolu Selçuklularının en parlak dönemi olmuştur. Alaaddin Keykubat Moğol tehlikesini görerek Sivas’ı 1224’te surlarla çevirerek korunaklı duruma getirmiştir. II.Gıyasettin Keyhüsrev zamanında kötü yönetimden ötürü, sıkıntı çeken halk, 1240 yıllarında ayaklanarak Sivas’ı yağmalamışlardır. Bu sırada Moğollar Anadolu’yu ele geçirmek üzere harekete geçmiş, Gıyasettin Keyhüsrev’i 1243’te Kösedağı Savaşı’nda yendikten sonra Sivas’ı ele geçirmişlerdir. Bundan sonra Moğollar yöreye egemen olmuş, Moğollara bağlı Selçuklular, Moğolların kurduğu İlhanlı Devleti Sivas’ı yönetmiştir. Sivas bu dönemlerde büyük gelişme göstererek önemli bir ticaret ve bilim kenti olmuştur.

İlhanlılar döneminde Demirtaş Sivas’a yerleşmiş ve istiklalini ilan ederek Sivas’ta uzun yıllar saltanatını sürdürmüştür. Demirtaş’tan sonraki Sivas Valiliğine Alaeddin Eratna oğlu Gıyasettin Mehmet, Alaeddin Ali ve oğlu Mehmet Bey gelmiştir. Kadı Burhaneddin Mehmet Beyi yerinden uzaklaştırarak Sivas’ta kendi adına bir devlet kurmuştur. Bu dönemde Burhaneddin Bey Sivas’ı onarmış, surların etrafına hendekler kazdırarak kaleyi güçlendirmiştir. Ancak Akkoyunlulardan Kara Osman ile yapılan savaşta ölmüş ve yerine oğlu Alaaddin geçmiştir. Bu dönem Anadolu’da Moğol ve Osmanlılar arasındaki savaşların, çekişmelerin başladığı dönemdir. Yıldırım Beyazıt Amasya’yı alarak Sivas’a yaklaşmış, o sırada Karamanoğullarının baskısına dayanamayan Alaaddin Bey de Sivas’ı Osmanlılara teslim etmiştir.





















Yıldırım Beyazıt, büyük Şehzadesi Emir Süleyman’ı şehre vali olarak tayin etmiştir. Sivas Osmanlıların eline geçtikten bir yıl sonra 1400 yılında Timur’un istilasına uğramıştır. Bu dönemde şehir Timur tarafından yağmalanmış ve yakılmıştır. Sivas 1413’te yeniden Osmanlı topraklarına katılmış, 1472’de de Akkoyunluların saldırılarına uğramıştır. Osmanlı yönetiminde Rumiye-i Sugra içerisinde yer alan Sivas yöresi 1511’de Şahkulu, Baba Tekeli ayaklanmasında önemli rol oynamıştır. Yavuz Sultan Selim bu ayaklanmayı bastırmış ve Rum eyaletini Paşa Sancağı yapmıştır. Daha sonra Amasya, Çorum, Tokat kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas’a bağlı birer sancak olmuştur.Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Sivas’tan 40 ilkokul, 1000 dükkan, 18 han, 40 kadar çeşmesi olduğundan söz etmektedir. XVI.-XVII.yüzyıllarda Celali Ayaklanmalarının en etkili olduğu yerler arasında idi. XIX.yüzyıl sonlarında Sivas’taki Ermeni ayaklanmaları Sultan II.Abdülhamit’in kurdurduğu Hamidiye Alayları tarafından bastırılmıştır. Bu arada Kafkasya’dan gelen Çerkez göçmenleri Sivas’ın Uzunyayla kesimine yerleştirilmiştir.





I.Dünya Savaşı’ndan sonra, Milli Mücadele Sivas’taki kongre ile başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış, Amasya ve Tokat Kongrelerinden sonra 27 Haziran 1919’da Sivas’a gelerek burada bir kongre yapılmasına karar vermiştir. Mustafa kemal Paşa ve beraberindeki heyet 4 Eylül 1919’da bugünkü Atatürk Kongre ve Etnoğrafya Müzesi olan binada Sivas Kongresini yapmıştır. Sivas Kongresi öncesinde General Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele ile buluşan Mustafa Kemal Paşa 21-22 Haziran 1919’da bir genelge yayınlayarak İstanbul’daki bazı devlet adamları başta olmak üzere komutanlara özel mektuplar yazmıştır. Bu genelge ve mektuplarda “ Milletin istiklâlini kurtarmak için, her türlü tesir ve baskıdan uzak bir millî heyetin kurulması gerekmektedir. Bunun için yazışmalar sonunda, Anadolu’nun en güvenilir yeri Sivas’ta Millî Kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. Fırka (parti) anlaşmazlıkları gözetilmeden her sancaktan, halkın güvenini kazanmış üç murahhasın (delegenin ), mümkün olan çabuklukla yola çıkarılması gerekir. Her ihtimale karşı bunun bir ‘millî sır’ olarak tutulması ve gereken yerlerde yolculuğun değişik adla ve kılıkla yapılması lâzımdır. Müdafa-i Hukukı Millîye Cemiyetleri ve Belediye Başkanlıklarınca murahhasların seçilmesi ve yola çıkarılması hakkında, vatanseverlikle yardımcı olmanızı; ve onların adlarıyla yolculuk tarihlerinin telgrafla bildirilmesini istirham eylerim” yazılmıştır.









Sivas Kongresinde alınan kararlar bir bildiri olarak yayınlanmıştır: “Mondros Mütarekesinin imzalandığı anda Osmanlı ülkesinin sınırları içerisinde kalan bölgeler bir bütündür, parçalanamaz, birbirinden ayrılamaz. Bunu çiğnemeye yönelik her türlü işgal ve müdahaleye silahla karşı koymak, meşru müdafaa hakkını kullanmaktır. Osmanlı hükümeti dış baskı karşısında ülke topraklarından bir bölümünü terk etmeye yönelirse buna karşı direnilecektir. Milletin bağımsızlığını, ülkenin bütünlüğüne saygı duyulması koşulu ile başka devletlerin ekonomik, sınai ve teknik yardımları memnunlukla kabul edilecektir. İstanbul hükümeti de diğer medeni ülkelerin, hükümetleri gibi milli iradeye saygı göstermeli, bu amaçla Meclis-i Mebusanı bir an önce toplantıya çağırmalı, aldığı kararları o meclisin denetiminden geçirmelidir. Ülkedeki tüm direniş örgütleri birleştirilmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hıkık Cemiyeti adı altında toplanmıştır. Mevzii dernekler bu cemiyetin birer şubesi olacaktır. Anadolu ve

Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti, Heyeti Temsiliye adı altındaki merkez tarafından yönetilecektir. Bu kurul gerektiğinde İdare-i Muvakkadi ilanına yetkili olacaktır.” Cumhuriyetin ilanından sonra Sivas, il konumunu sürdürmüştür.

CAMİİLER

Ulu Camii : Kendi adı ile anılan mahallededir. Sivas müzesinde bulunan kitabesine göre 593 H.(1196-1197M.)yılında Kızılarslan Bin İbrahim tarafından yaptırılmıştır. 31*54m. iç ölçülerinde ve yaklaşık 1674m2'lik bir alana oturan dikdörtgen planlı camiinin üst örtüsü düz dam şeklindedir. Güney duvarına dik olarak uzanan 11 sahanlı asıl ibadet alanında toplam 50 yığma ayak bulunmaktadır.

Ulu Camii / Big Mosque

XIII. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen tuğla örgülü, silindirik gövdeli minaresinde 116 basamakla çıkılmaktadır. Sekizgen kaidesinde kufı yazı şeritleri firuze renkli sırlı tuğladandır. Gövdede kilitli örgü sistemi aralıksız devam eder. Kaide, gövde ve şerefe altı firuze renkli çinilerle süslenmiştir.

Kale Camii : İlimiz Selçuk Parkı içerisindedir. III. Sultan Murat’ın vezirlerinden Sivas Valisi Mahmud Paşa tarafından 1580 yılında yaptırılmıştır. Asıl ibadet alanı kare planlı, üzeri yüksek bir kubbe ile örtülüdür. Beden duvarları kesme taşlarla inşa edilen camiinin kuzeybatı köşesinde yer alan tuğla örgülü minaresi on altıgendir.

Plan tertibi, mimari üslubu, süsleme elemanları ve ince uzun, zarif minaresi ile Sivas'taki Osmanlı camilerinin en güzelidir. Bu camilerimizden başka diğer camilerimiz ise; Meydan Camii(1564), Aliağa Camii(1589), Alibaba Camii(XVI.Yüzyıl) sayabiliriz.

TÜRBELER

Ahi Emir Ahmed Türbesi : Tokmakkapı Mahallesinde Kurşunlu Hamamı karşısındadır. XIV. yüzyılın ilk yarısında Ahi Emir Ahmed için yaptırılmıştır. Kare kaide üzerinde yükselen sekizgen gövdesi ve pramidal külahı ile tamamı kesme taştan inşa edilmiştir. XIV. yüzyılın ilk yansında Sivas'ta esnaf teşkilatı olan Ahiliğin önemli bir yeri olduğunu ispatlamaktadır.

Ahi Emir Ahmed Türbesi / The Mousoleum of Ahi Emir Ahmed

Güdük Minare : Kare kaide üzerine, silindirik tuğla örgülü bir gövdeye sahip oluşu ve kısa bir minareye benzemesinden dolayı halk dilinde "Güdük Minare" adıyla şöhret bulmuştur.1347 yılında vefat eden Ertanoğullarından Şeyh Hasan Beye aittir.

Abdülvahabi Gazi Türbesi : Türbe ve tekkeler içinde özel bir yeri ve önemi bulunan Abdulvahabi Gazi Türbesi Sivas'ta halkın çok önem verdiği ve ziyaret ettiği türbedir. Abdulvahabi Gazi Anadolu'nun fetih devri evliyasındandır. Kötü alışkanlıklarını terk etmek, bela ve uğursuzluktan kurtulmak isteyenlerin dua ettikleri yüz sürdükleri ve şifa buldukları bir türbedir.

Şemseddin Sivasi Türbesi : Atatürk caddesi üzerindedir. Kanuni Sultan Süleyman'ın vezirlerinden Koca Hasan Paşa tarafından 1564 yılında yaptırılan Meydan Camiinin kuzeybatı yönünde camii avlusu içerisinde yer almaktadır.

Türbenin duvarları kesme taştan olup, iki bölüm halinde 1600 yılında inşa edilmiştir. Dıştan sekizgen bir kasnağa sahip tek kubbeli birinci kısmında Şemseddin Sivasi'nin, ikinci kısımda ise 20 adet sanduka bulunmaktadır.

Şemseddin Sivasi Tokat'ın Zile ilçesindendir. Kırka yakın eser sahibi alim, fazıl ve arif zat olup, Halvetiye Tarikatına bağlı Şemsiye kolunun kurucusudur.

Sivas il merkezinde diğer türbeler ise; Şeyh Çoban Türbesi (XIV. yüzyıl ortaları), Şeyh Erzurumi Türbesi, Kadı Burhanettin Türbesi, İncili Hanım, Mum Baba, Süt Evliyası, Akbaş Baba gibi önemli Türbeleri sayabiliriz.

HANLAR

Behrampaşa Hanı : 1573 yılında Sağır Behram Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kesme taş malzemeli, iki katlı ve ortası açık avlulu olarak inşa edilen hanın birde ahır kısmı mevcuttur. Güney yönünde dışa taşıntılı, sivri kemerli bir girişi ve bu girişin üzerinde üç dilimli kemere sahip iki penceresi vardır. Pencerelerin sağ ve solunda aslan motifi işlenmiştir. Halk arasında Taş Han olarak da bilinmektedir.

Sivas'ta bundan başka, Taşhan, Subaşı Hanı, Çorapcı Hanı gibi önemli bazı hanlarda mevcuttur.

Taşhan / Cervansarai

HAMAMLAR

Kurşunlu Hamamı : Sivas'ın en büyük hamamıdır. 1576 yılında Sağır Behram Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kadın ve erkek olmak üzere bitişik olarak inşa edilmiş bir çifte hamamdır. Klasik Osmanlı hamamlarının tüm belirgin özellikleri bu hamamda görülür. Kesme taşlarla İnşa edilen hamam bir zamanlar tuz deposu ve bir aralık erkek kısmının soyunmalık kısmı cami olarak kullanılmıştır. 1950 yılında esaslı bir şekilde onarılarak kullanılır hale getirilmiştir.

Kurşunlu Hamamı / Kurşunlu Bath

Sivas’ta bulunan başka önemli olarak; Meydan Hamamı, Kale Hamamı kalıntısı, Mehmet Ali Hamamı, Eski Paşa Hamamı, Çay Hamamı (Sütlü Hanım) ve Şirinoğlu Hamamlarını da sayabiliriz.

ÇEŞMELER

İlimizde tarihi çeşme sayısı hayli azalmıştır. Bunlardan mevcut ve önemli olanları; Şeyh Çoban ve Şehit Orhan Tunçgöz Çeşmesidir.

KÖPRÜLER

Eğri Köprü : Sivas'ın 3 km. güneydoğusundadır. Sivas-Eski Malatya yolu ve Kızılırmak'ın üzerinde 18 kemerli olan bu köprü ile geçilir. Uzunluğu 179.60m. eni 4.55 m'dir. Aynı doğrultuda olmadığı için Eğri Köprü denilmektedir. Kitabesi olmadığı için hangi tarihte ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Kesik Köprü / Cut BridgeYıldız Köprüsü / Yıldız Bridge

Bundan başka önemli olarak Kesik Köprü, Yıldız Köprü ve Boğaz Köprülerini sayabiliriz.

SİVİL MİMARİ ESERLER VE SİVAS KONAKLARI

Kangal Ağası Konağı / The Mansin at Kangal Ağası

Sivas Kangal Ağası Tavanı / The ceiling at the mansion of Sivas-Kangal Aga's

Sivas Kangal Ağası Konağı Ahşap Tavanı / The wooden ceiling of Sivas-Kangal Ağa's Mansion

Hükümet Konağı: Sivas Valisi Halil Rıfat Paşa tarafından 1884 yılında yaptırılmıştır.

Kongre Binası : Ulu Önder Atatürk'ün 4 Eylül 1919'da Sivas Kongresini yaptığı tarihi bina 1894 yılında yaptırılmıştır.

Jandarma Binası : Sivas Valisi Reşit Akif Paşa zamanında, 1908 yılında jandarma dairesi olarak yapılmıştır.

Jandarma Binası / Jandarma Building

Ziyabey Kütüphanesi : Sivas'ın ileri gelenlerinden Yusuf Ziya Başara tarafından 1908 yılında kütüphane olarak yapılmıştır.

Ziyabey Kütüphanesi / Ziyabeu Library

Bunlardan başka; İnönü Müzesi, Göğüs Hastanesi, Sanat Okulu, Eski Öğretmen Okulu, Yarı Açık Cezaevi, Alibaba Tekkesi gibi örnekler sayılabilir.

Sivas Kalesi : Yapıldığı tarih kesin olarak bilinmemektedir. Roma, Bizans, Danişmend, Selçuklu, Kadı Burhaneddin Devleti ve Osmanlı dönemlerinde tamir edildiği kaynaklarda yazılıdır. Aşağı ve yukarı kale olmak üzere iki kısımdır. Aşağı kalenin çevresi 7500 m. yüksekliği 25 metredir. Kesme taştan inşa edilen sur duvarları, kuleleri ile Kayserikapı, Palaş, Tokmakkapı, Cancun, Salpur gibi şehre giren demir kapıları mevcuttur. Yukarı kale ise; şimdiki Kale Park diye tabir edilen yerdir. Çelebi Sultan Mehmed tarafından büyük çapta onarılan kalede sur duvarları, iki kapısı, üzerinde bir camii, zahire ambarları, sarnıç ve cephaneliği bulunmakta idi. Her şeyi ile mükemmel olan kaleden bugüne hemen hemen hiç iz kalmamıştır.

Sivas Kalesi / The Sivas Castle

Sivas Köprüleri


Boğaz Köprüsü (Merkez)

Sivas iline 10 km. uzaklıkta, Sivas-Karayün yolu üzerinde bulunan bu köprü Kızılırmak’ın üzerindedir. Köprünün tempan duvarı içerisine yerleştirilmiş kitabesinden 1526 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak mimarı bilinmemektedir. Tempan duvarı üzerindeki Rumca yazılı bir kitabede de “Estesefos” ismi yazılıdır. Bu kitabe yakındaki bir kiliseden getirilerek buraya konulmuştur. Köprü 1910 yılında onarılmıştır.

Köprü 101.96 m. uzunluğunda, 4.45 m. genişliğinde altı gözden yapılmıştır. Yuvarlak kemerli bu gözlerin en büyük kemer açıklığı 8.95 m.dir. Kesme taştan yapılmış olan köprünün kemerleri tempan duvarlarına göre daha içeri çekilmiştir. Bunların üzerine ikinci bir kemer yerleştirilerek tempan duvarları ile aynı düzeye getirilmiştir. Köprünün memba tarafında üçgen şekilde kesme taştan selyaranlar bulunmaktadır. Mansap yönündekiler yuvarlak olup, üzerlerine sivri külahlar yerleştirilmiştir. Kemerler üzerinde korniş taşları çıkıntılı bir şekildedir. Ayrıca üzerlerine iri taş bloklardan bir de korkuluk oturtulmuştur. Yakın tarihlerde tabliyeler üzerine beton dökülmüştür.

Sivas’a Karayün tarafından gelişteki memba yönüne küçük bir odacık yerleştirilmiş olup, bu odacık oldukça iri kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen şekildeki bu odacığın basık kemerli bir kapısı vardır. Bunun bekçi veya bir nevi dinlenme odası olduğu sanılmaktadır. Bu odacığın üzerine de yukarıda sözünü ettiğimiz kitabe yerleştirilmiştir.

Günümüzde köprü halen kullanılmaktadır.


Eğri Köprü (Merkez)

Sivas ilinin 3 km. güneyinde bulunan bu köprü Sivas-Ulaş yolu üzerinde, Kızılırmak’ın üzerindedir. Köprünün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XVI.-XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Köprüyü sonraki yıllarda Halil Rıfat Paşa’nın yardımıyla Sivas hanedanından Kangal Ağası Abdurrahman Paşa kendi maddi olanakları ile onartmıştır. Bu köprü ile ilgili Sivas’ta söylenen bir de söylence bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Eski Md. Muavini Gülgün Tunç’tan öğrenildiğine göre:

“Zamanında bir usta ile şagirt (çırak) varmış. Gel zaman git zaman şagirt ile ustasının arasında geçimsizlik baş göstermiş ve araları açılmıştır. Bunun üzerine çırak ustanın yanından ayrılmış. Ardından da Sivas’taki bu Eğri Köprü’nün yapımını üstlenmiştir. Köprünün yapımı bir süre ilerledikten sonra, köprünün inşaatını gören ve ustayı tanıyanlardan biri, ustaya giderek şakirtinin Sivas’ta çok güzel bir köprü yaptırdığını söylemiş. Köprüyü merak eden usta da Sivas’a gelerek gizlice inşaatı incelemiştir. Köprünün yapımı hoşuna gitmiş olacak ki şagirtini karşısına alarak şunları söylemiş:

Usta idik olduk şagirt
Al bardağı suya seyirt
Hiç nazardan korkmadın mı?
Köprünü eğri çevirt.”

Bu öyküden kaynaklanarak da köprünün ismi Eğri Köprü olarak kalmıştır. Bağdat yolu üzerindeki bu köprünün uzunluğu 179.60 m., eni de 4.55 m.dir. Köprü on sekiz yuvarlak kemerli olup, en büyük kemer açıklığı 7.70 m.dir. Memba tarafından köprünün altı kemeri aynı doğrultuda, 63.56 m. uzunluğundadır. Bundan sonra köprü eğrilerek on iki kemeri bu eksenin dışında devam etmektedir. Bu bölümün uzunluğu da 116.04 m. dir.


Kesik (Kızılırmak) Köprü (Merkez)

Sivas-Şarkışla yolunda, Kızılırmak üzerinde bulunan bu köprünün kitabesinden öğrenildiğine göre; 1292 yılında yaptırılmıştır. Mimarının ve banisinin kim olduğu kitabede belirtilmemiştir.

Selçuklu döneminden günümüze gelen ender örneklerden biri olan bu köprü, iki bölüm halindedir. Sivas tarafında on yedi gözlü olan birinci kısım ile Kayseri yönünde iki gözlü olan ikinci bir kısım bulunmaktadır. Bununla beraber bu bölümdeki bazı gözlerin toprak altında kaldığı da düşünülmektedir. Bu yapı şekli ile inişli çıkışlı olan köprünün ortasındaki gözler yüksektir ve yanlara doğru da alçalarak devam eder. Sonra da yol seviyesi ile birleşir. Köprünün toplam uzunluğu 3.26.35 m., eni 4.95 m. dir. Bugünkü durumu ile on yedi gözden meydana gelmiş en büyük kemer açıklığı da 7.90 m. dir.

Oldukça muntazam, iri kesme taştan yapılan köprünün basık sivri kemerleri, tempan duvarlarına göre daha içeridedir. Memba yönünde üçgen selyaranları olmasına karşılık, mansap tarafında selyaranlar bulunmamaktadır. Köprünün korniş taşı dışarıya doğru hafif çıkıntılı olup, kemerlerin hemen üzerinde devam etmektedir. Bunun da üzerinde iri blok taşlardan yapılmış korkuluklara yer verilmiştir. Buradaki taşlardan bazıları siyah renge boyanmış ve köprü alternatifli olarak siyah-beyaz bir görünüm kazanmıştır.


Şahruh Köprüsü (Gemerek)

Sivas ili Gemerek ilçesinde, Karaözü (Maarifözü) Köyü’nde bulunan bu köprü Sivas-Kayseri yolunda ve Kızılırmak’ın üzerindedir. Kitabesinden öğrenildiğine göre; Dulkadiroğulları döneminden kalan bu köprüyü Şahruh yaptırmıştır.

Köprü muntazam kesme taştan yapılmış olan bu köprü 4 m. genişliğinde sekiz gözden meydana gelmiştir. En büyük yuvarlak kemer açıklığı ise 12 m. dir. Köprünün son derece muntazam örülmüş kemerleri daha içeride olup, sivri kemerlerin kilit taşı dışarıya çıkıntılıdır. Kemerler üzerinde tahfif kemeri açılmıştır. Tahfif kemerleri ile tempan duvarı aynı düzlemdedir. Ayrıca kemerler üzerine çıkıntılı bir şekilde korniş taşı yerleştirilmiştir. Köprünün eğimi ortadaki büyük gözden sonra yanlara doğru azalarak devam etmektedir.

Köprü günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir.


Yıldız Köprüsü (Yıldızeli)

Sivas-Tokat yolunda, Yıldız Irmağı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesinden öğrenildiğine göre Selçuklular döneminde yapılmıştır. Ayrıca köprüde Ermeni dilinde yazılmış bir başka kitabe daha bulunmaktadır. Sonraki yıllarda Halil Rıfat Paşa’nın teşviki ile Sivaslı Silahtarzade Mehmet Ali Efendi tarafından onarılmıştır.

Kesme taştan yapılmış olan köprü sivri kemerli on üç gözden meydana gelmiştir. Kemerler tempan duvarı ile aynı düzlem üzerindedir. Köprünün gözleri yanlara doğru küçülerek devam etmektedir. Ortadaki büyük gözün üzerine korniş taşı yerleştirilmiş, onun da üzerine iri blok taşlardan yapılmış bir korkuluk oturtulmuştur. Köprünün memba tarafına üçgen selyaranlar yerleştirilmiştir.


Handere Köprüsü (Divriği)

Sivas ili Divriği ilçesi, Handere Köyü’nde Mirçinge Çayı üzerinde bulunan köprünün kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi bilinmemektedir.

Köprü kesme taş ve moloz taştan yapılmış olup, iki gözlü, sivri kemerlidir. Bu gözlerden biri daha büyüktür. Köprü 8 m. yüksekliğinde, 4,5 m. genişliğindedir.


Kız Köprüsü (Divriği)

Sivas ili Divriği ilçesinde, Pamuk Han’ın güneyinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. Köprü kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır.


Gemerek Köprüsü (Gemerek)

Sivas ili Gemerek ilçesi, Yeniçubuk Köyü’nün güneyinde, Gemerek yolu üzerinde bulunan bu köprünün de kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve banisi bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIX.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Kesme ve moloz taştan yapılmış olan köprü yuvarlak kemerli ve üç gözlüdür.


Acısu Köprüsü (Zara)

Sivas ili Zara ilçesi Tekke Köyü’nde Acısu Çayı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XVIII.yüzyılın sonları veya XIX.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır.

Köprü kesme taştan, yuvarlak kemerli iki gözlüdür.
__________________



Sivas Medreseleri


Gök Medrese (Merkez)

Sivas Kalesi’nin ve 4 Eylül Parkı’nın güneydoğusunda bulunan bu medreseyi Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin Ali 1271 yılında yaptırmıştır. Mimarı (Kaluyan-ı El Konevi) Konyalı Kaluyan'dır.

Evliya Çelebi bu medreseden Kızıl Medrese diye söz etmiştir. Medrese ile ilgili olarak; “Bu eserin mislini yapmak mümkün olmadığını, diyar-ı İslamda emsaline rastlanmadığını, Timurlenk’in hayretle temaşa ettiğini, kapısının kale kapısı kadar sağlam olduğunu, iki katlı yapıldığını, 80 oda ihtiva ettiğini, talebenin kışın alt katlardaki odalarda çalıştıklarından bir müderris, iki sufi, 20 talebesi olduğunu; mescidin bir imamı, iki müezzini, kütüphanesinde bir hafız-ı kütup, bir kapıcı ve ferraş bulunduğunu; mescit kütüphaneden başka bir de fakirler için yemek pişirilen darrüziyafesi olduğunu” belirtmiştir.

Selçuklu medreselerinden günümüze iyi bir durumda gelebilen bu medrese dikdörtgen planlıdır. Gök medresenin 14 odası ve bir mescidi bulunmaktadır. Giriş kısmının üzeri dört kollu yıldız şeklinde bir tonoz ile örtülmüştür. Gök Medrese’nin mermer portali Çifte Minareli Medrese’ye benzer şekilde iki yanına kabartma bezemeli kuleler üzerinde yükselen iki minare ilave edilmiştir.

Portalin en üst bölümünde “Kılıçarslan’ın oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’in Saltanat günlerinde imar edildi” yazılı bir kitabe bulunmaktadır.

Portal zengin süslemesi ile döneminin en önemli yapıları arasındadır. Kapı kemerinin iki yanına 12 hayvan başı kabartması yerleştirilmiştir. Ayrıca iri yıldız motifleri, hayat ağacı, küçük kuşlar, kartallar bitkisel motiflerin arasında dikkati çekmektedir. Ön yüzdeki köşelere kabartma bezeli kuleler yerleştirilmiş, üzerine de yivli gövdeli birer şerefeli iki minare oturtulmuştur. Bu minareler yapıya anıtsal bir görünüm kazandırmıştır. Minarelerin gövdeleri kabartma, geometrik ve bitkisel motiflerle boş yer kalmamacasına bezenmiştir. Büyük olasılıkla da bunların içerisine mozaik çiniler yerleştirilmiş, ancak bunlar döküldüklerinden günümüze gelememiştir. Bu çinilerden dolayı da Gök Medrese ismini almıştır.

Portalden üzeri açık avluya girilmektedir. Avlunun ortasında altı köşeli bir havuz vardır. Avlunun kuzey ve güney taraflarına altı sütunlu, birbirlerine kemerlerle bağlanmış iki revak yerleştirilmiştir. Revakların iki yanına küçük birer eyvan yapılmış, bunların her iki yanına da üçer oda yerleştirilmiştir. Bu odalar birbirlerinden farklı ölçüdedir. Bu revakların orta kemerleri diğerlerinden daha geniştir. Revakları taşıyan kemerler devşirme olarak buraya getirilmiştir. Bunların çoğu kırık olduğundan da kelepçelerle sağlamlaştırılmıştır. Sütunların başlıkları tipik sütun başlıkları olup, palmet, yaprak gibi motiflerle bezenmiştir. Revaklar tonozlarla örtülmüştür. Arkalarında da duvarlara açılmış küçük kapılı medrese hücreleri bulunmaktadır. Hücrelerin üzerleri tonoz örtülü olup, kapı üstündeki pencerelerle aydınlatılmıştır.

Girişin karşısındaki büyük eyvan ve yanındaki iki oda günümüze gelememiştir. Girişin karşısındaki ana eyvan yıkılmış ancak, 1825 yılında dönemin müftüsü Seyit Abdullah Efendi tarafından medresenin bir bölümüne ahşap bir ikinci kat eklenmiştir. Girişin sağ tarafında mescide yer verilmiştir. Mescit, 5.00x5.00 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzerini Türk üçgenlerinin oluşturduğu tuğladan bir kubbe örtmektedir. Mihrabın üst kısmı iyi bir durumda olup, buraya çini ile Ayet’el Kürsi yazılmıştır. Alt kısım ise bozulmuş ve burası sıva ile örtülmüştür. Mescidin karşısına kare planlı Darülhadis (dershane) yerleştirilmiştir.
Gök Medrese 1904 yılında Sivas Valisi Reşit Akif Paşa tarafından onarılmış, 1926 yılında okul, 1927 yılında da müze olmuştur.


Şifaiye Medresesi (Merkez)

Sivas Kale Mahallesi’nde
, Selçuklu Parkı içerisinde, Çifte Minareli Medrese’nin karşısında bulunan bu medreseyi, Selçuklu Sultanı I.İzeddin Keykavus (1184-1220) tıp öğrenimi veren bir medrese ve hastane olarak 1217 yılında yaptırmıştır. Bu yapı Anadolu Selçuklu tıp öğrenimi veren okulların en eskisi ve aynı zamanda da en büyük planlı eseridir. Yapının mimarı Mimar Marendli Ahmet Usta’dır. Yapı 1768 yılında medrese haline dönüştürülmüştür. Medrese I.Dünya Savaşı sırasında da cephanelik ve levazım deposu olarak kullanılmıştır.

Medrese kesme taştan, 48.00x68.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Giriş kapısı mukarnaslı ve birbirine geçme bordürlerle bezenmiştir. Giriş kapısı kemerinin yanlarında güneş ve ayı simgeleyen arslan ve boğa tasvirleri bulunmaktadır. Kırmızı tuğladan yapılmış olan giriş kapısının ön yüzünde firuze, mor ve beyaz çiniler bulunmaktadır. Geometrik yıldızlar, geçmeler ve örgülü kufi yazılarla kapı son derece gösterişlidir. Bu görkemli giriş portalinden büyük bir salona geçilmektedir. Buradan da üzeri açık, dört eyvanlı revaklı bir avluya girilmektedir. Revakların arkasında içerisinde ocaklar bulunan hücreler vardır. Medresenin içerisi mavi ve siyah renkteki çini ve sırlı tuğlalarla bezenmiştir.

Medreseyi yaptıran Sultan I.İzzeddin Keykavus’un türbesi medresenin güneyinde bulunmaktadır. Türbe kapısının üzerindeki kitabe;

“Biz ki dünyayı terk edip göçtük,
Gönül derdi ektik, matemler biçtik,
Şimdiden sonra da nöbet sizdedir,
Biz sıramızı savdık ve geçtik.”


Çifte Minareli Medrese (Merkez)

Sivas Kale Mahallesi’nde Şifaiye Medresesi karşısında bulunan Çifte Minareli Medrese’yi İlhanlı Veziri Şemseddin Mehmet Cüveyni 1271 yılında yaptırmıştır. Mimarının Kölük Bin Abdullah olduğu ileri sürülmüş ancak, bunu kanıtlayacak bir belgeye rastlanmamıştır.

Medrese iki minareli oluşundan ötürü de Çifte Minareli Medrese olarak tanınmıştır. Zamanla harap olan medresenin bulunduğu yere Sivas Valisi Sırrı Paşa 1882 yılında bir hastane yaptırmışsa da bu hastane günümüze gelememiştir. Günümüzde hastanenin olduğu bölüm Açıkhava Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Medrese dikdörtgen planlı olup, günümüze yalnızca ön cephesi ile minareleri gelebilmiştir. Medreseyi oluşturan bölümler XX.yüzyılın başında tamamen yıkılmıştır. Haluk Karamağaralı’nın burada yaptığı kazılarda yapının iki katlı ve dört eyvanlı planı olduğu ortaya çıkmıştır. Medresenin portali Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olup, 20 m. yüksekliktedir. Giriş kapısı bitkisel ve geometrik motiflerle bezelidir. Aynı zamanda buraya mukarnaslı nişler eklenmiştir. Kapının iki yanına Gök Medrese’de olduğu gibi çinilerle bezenmiş iki tuğla minare yerleştirilmiştir. Zeminden itibaren minare kapısına kadar 22, oradan da şerefeye kadar 73 basamak bulunmaktadır.

Medresenin ön cephesinde celi hat ile yazılı bir ayet bulunmaktadır.


Buruciye Medresesi (Merkez)

Sivas Kale Mahallesi’nde bulunan, Şifaiye Medresesi’nin de 40 m. kuzeyindeki bu medreseyi Selçuklu Veziri Hibetullah Burucerdi oğlu Muzaffer 1271 yılında yaptırmıştır. Çeşitli ilimlerin okutulması amacıyla yapılan bu medresede müzik ile akıl hastaları tedavi edilmiştir. Uzun süre harap durumda olan bu yapı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1966 yılında onarılmıştır. Ardından Gök Medrese’de bulunan arkeoloji müzesi 1968 yılında buraya taşınmıştır.

Kesme taştan, dikdörtgen planlı ve dört eyvanlı, iki katlı, açık avlulu medrese plan tipinin bir örneği olan bu medrese Selçuklu döneminde yapılan en güzel eserler arasındadır. Cephesi sarımtırak renkte kumlu taştan yapılmış ve burası madalyon, rozet, kıvrık dallar, palmetler ve bitkisel motiflerden oluşan bezemelerle kaplanmıştır. Giriş kapısının iki yanında kubbe ile örtülü bir mescit ve bir de türbe vardır. Türbede medreseyi yaptıran Muzaffer Burucerdi gömülüdür. Ayrıca türbe ve mescidin yanında da iki beşik tonozlu küçük oda bulunmaktadır. Revaklı avlunun arkasına medrese odaları sıralanmıştır. Avlunun iki kenarında birer eyvan, bunların iki yanında da ikişer oda bulunmaktadır. Bu bölümlerin üzeri de tonozlarla örtülüdür. Revaklardaki sütun başlıkları ve sütunlar devşirme olarak toplanmıştır.

Giriş kapısının karşısında sivri kemerli, basık tonozlu büyük bir eyvan bulunmaktadır. Eyvanın iki yanına büyük iki oda yerleştirilmiştir. Bu odaların iç kısımlarındaki merdivenlerden ikinci kata çıkılmaktadır. Avludaki kemerler arasına da yuvarlak sekiz madalyon yerleştirilmiştir. Bu madalyonların içerisinde çeşitli yazılar bulunmaktadır.
__________________